26.7.10

Geleneksel Hayat Tespitleri - #1


Bu gece yüzüm bir karış ve canım sıkkın şekilde eve dönerken apartmanın girişinde iki kardeşi -evet, tanımıyordum ikisine de. Bakmayın bana öyle, bu devirde kim iyi komşu ki!?-  oyun oynarken gördüm. Biri kız biri erkek, yaşları sekizden küçük olan bu iki kardeşten kız olanın abla olduğunu anlamam zor olmadı. Merhaba dediğimde, yüzlerinde öyle bir tebessüm -bir tebessüm nasıl betimlenir inanın hiç bilmiyorum.-   oluştu ki, görünce “işte hayat bu yüzden güzel” dedim kendi kendime. Gülen insanları görmek, özellikle de çocukları görmek hayatı güzel yapmaya yeterli. Hayat bi’ karşılıklı sevince, bi’ de gülünce güzel. 

25.7.10

Nocturne

40. eurovision şarkı yarışması, 13 mayıs 1995 yılında, üç kere arka arkaya kazanma başarısını gösteren İrlanda’da, başkent Dublin’de Point Theatre’da düzenlenmiş. Yarışmayı ise, en yakın rakibi İspanya’ya 29 puan fark atarak, 148 puan ile Norveç temsilcisi Secret Garden ve şarkıları “Nocturne” kazanmış –Türkiye, Arzu Ece’nin seslendirdiği “sev” şarkısı ile 21 puan alarak ancak 16. olabilmiş-. Polonya, Rusya, İzlanda, Türkiye, Portekiz, Yunanistan ülkelerinden 12 tam puan alarak birinci olan bu şarkı sadece 3 ülkeden hiç puan alamamış -En büyük ilginçlik ise İsveç’ten de 0 puan almaları. Demek ki o zamanlar komşu komşunun külüne pek de muhtaç değilmiş-. Tüm zamanların en iyi eurovision birincileri arasında gösteriliyor ama bence tüm zamanların en iyi melodilerinden biri. Dinleyin, dinlettirin. 


24.7.10

Toparlamak Gerekirse

Bildiğiniz üzere planladığım gibi olmayan bir haftalık tatildeydim. Aslında buna tatil de dememek lazım, sıradanlığa bir haftalık ara demek daha doğru olacaktır. Çok istememe rağmen gerçekleşmeyen şeyleri yine yoğunca yaşadığım bir dönemde aslında iyi geldi bu ara. Zaten ne zaman bir şeyi çok istesem olmuyor. Hayatımdaki en büyük belit bu, dolayısıyla, artık pes ettim. Neyse, bu iyi geldiğini söylediğim dinlencede aslında çok şey yapmadım. Kitap okudum, sessizliği dinledim, geç yatıp erken kalkıp günlerimi uzattım –gün belki göreceli değil, hep 24 saat, ama kaçını dolu dolu yaşadığımız çok göreceli-, birkaç hafta yetecek kadar enerji ve moral depoladım, en çok da düşündüm. Çok düşündüm çünkü bir süredir bunu sağlıklı yapmadığımı anladım. Kararlar aldım; ilginç olansa bu kararlar zaten önceden alınmış kararlardı ama hak verirsiniz ki, kararlar da bir tabak spagetti gibi karman çorman olduğunda bir şey anlam ifade etmiyor. Kararların ve fikirlerin anlam kazanması için bu kaostan tek tek çekilip çıkarılması gerekiyor(muş). Ne kadar bu kararlarımın arkasında dururum ben de en fazla sizin kadar biliyorum. Hayatın ne zaman ve ne sürpriz yapacağı belli olmuyor sonuçta. Belli olan tek şey genellikle kötü sürprizler hazırlaması. Garip olan ise bunu her seferinde bize yedirmesi. Kader dedikleri de bu olsa gerek; kötü sürprizlerin, iyilere göre mislice fazla olması yetmiyormuş gibi, sizi hazırlıksız yakalaması.


Memlekette pek fazla arkadaşım yoktur -zaten normalde de yoktur, neyse-, çoğunluğu akrabalarım oluşturur. Ben ise akraba muhabbetlerinde bunalıma giren biriyim. Bu nedenle en yakın arkadaşım, kulağımın dibinden ayrılmayan kolları ile mp3 çalarım oldu. Mp3 çalardan arkadaş yaptığınızda her seferinde farklı sesleri duymaya alışık olmanız lazım. İnsan sürekli bir kişiden duyacağı ses tonunun ve tınının tekdüzeliğini de özlüyor. ‘Sürekli konuşsun, sürekli dinlerim’ kişisi mp3 çalardan olmuyor. Cümle öyle bir yere geldi ki “çok yalnızım be blog” diyeceğim sandınız dimi? Yok, bu sefer demeyeceğim.


Dönüş günümün de doğum günüme denk gelmesi minyatür bir tesadüf oldu sanırım. Doğum günüm ile ilgili şeyleri de yarın da bittikten sonra yazarım artık.

9.7.10

Geçmiş Geçmiştir

İnsanın zaman zaman geçmiş kaygısı duyması da en az gelecek kaygısı duyması kadar doğal olsa gerek.

Yaşadıklarınızın film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçmesi için ölümün kıyısında olmanıza gerek olmadığını dün keşfettim. Bir anı aklıma geldi, sonra bir başkası ve bir başkası. Film şeridi dedikleri de bu olsa gerek zaten. Hiçbir şey yokken ortada, bir anda tüm zihniniz devasa bir ekrana dönüşüyor ve anılar hapis tutuldukları, hala keşfedilmeyi bekleyen yerlerinden bu devasa ekrana yansıtılıyor. Pişmanlıklar, sevinçler, hüzünler […] ne kadar duygu varsa hepsini kısa bir süre içinde yaşıyorsunuz. Bazen birkaç göz kırpması, birkaç nefes alma boyunca, yılların en göreceli halinden mislice kısa sürüyor bu. İnsanların çoğunlukla hayatlarının son dakikalarında bunu görmeleri tesadüf olamaz bu yüzden, olmamalı. Normal bir anda böyle yoğun bir anı pusunun üzerinizi kaplaması ve o kısacık süre zarfında geçmişten başka bir şey düşünememenin ve etrafta olan bitene hissizleşmenin yükü çok ağır. Tüm yılların ağırlığı sırtınızı biniyor, “anı yaşamak” her zamankinden daha fazla yalan oluyor, gelecek belli belirsiz olmayı hiç bu kadar hak etmiyor. En kötüsü de mutluluk ile bezenmiş bir anı ile hüzne boğulmuş bir anının aynı miktar sürmesi. İstediğiniz bir anıya odaklanıp keyfini çıkaramıyorsunuz. Tam bir duygu karmaşası ve kafa bulanıklığı sizi bekliyor.

Sonrasında mı? Pusu dağılıyor; omuzlarınızda hala geçmişin yükü, geleceğin kaygısı, anın sıkıcılığı duruyor. Bu pustan geriye kalan; geçmişe ait birkaç fikir, geleceğe yönelik birkaç ‘umutçuk’ ve ana ait kocaman bir hiç. Hep böyle olmaz mı zaten?

Ey geçmiş! Geleceğin tükendiği, anın bittiği, nefesimin durduğu anda geriye bir tek sen kalacaksın biliyorum! Sadece sen ile ben.

4.7.10

Yalnız Kalmak

Canım sıkılıyor, daha da sıkılacak gibi. Yalnız kalmak diye yalnızlıktan bambaşka olan bir kavram aklımı kurcalıyor şu sıralar. Yalnızlık çoğu zaman tercihim olurken, bu sefer yalnız kalma durumum benim tercihim olmayacak. Patron, izinleri kaldırıp, izinlerin yerine 1,5 maaş yaptığında ve buna sevinenleri etrafımda gördüğümde anlamıştım işlerin temmuz ayında benim için iyi gitmeyeceğini. Nitekim biraz önce ikizimi Fethiye'ye yolcu ettim. Zira annem ve abim de memleket yolcusu yakında. Evde yaklaşık on gün yalnız kalacağım gibi gözüküyor. Bu yalnız kalma durumu beni korkutmuyor dersem, bunu sebebi kendimi avutmak ya da çaresizlikten çare üretmek olacaktır. Düşünüyorum o on günü... Her ne kadar uyandırılmama sinir olsam da beni uyandıracak bir annem olmayacak, işten geldiğimde bana kapıyı kimse açmayacak, yemeğe oturduğumda iki laf edeceğim kimse olmayacak, salonda varlığına ve gürültülerini duymaya alıştığım kalabalık olmayacak. Yalnızlığa hep alışık oldum, ailemden uzun süreli uzak kaldığım da oldu ama belki de hayatımda ilk defa yalnız kalacağım. Biliyorum bu hayatı sürekli yaşayanlar da var, bu yüzden belki abartıyor gibi görünüyorum ama yalnız kalma fikri hiç hoşuma gitmiyor, n'apayım. Allah'tan yalnızlığımı unutturacak arkadaşlarım var. Bu süslenmiş yalnız kalma olayında onlar gereken faydayı sağlayacaklardır diye umuyorum. Desteğinizi bekliyor olacağım. Şizofren olmak bazen iyi olabilir diye düşünüyorum hem. Öyle işte, hayat bazen hep bize zormuş gibi geliyor.

2.7.10

Netten Erkek Kaldırmak (asbhagdhj)

Yanlış anlaşılma olmasın diye öncelikle şunu yazayım; bu tip bir çalışmam hiç olmadı, tamamen rica üzerine yazılmış şeylerdir. Etrafta gördüğüm ve duyduklarımdan yola çıkarak yazacağım bir çoğunu.

*hemşehrim ayağı çok işe yarar. Vay hemşehrim diye lafa girip, iki de kendi dilinde söz söyledin mi etkilenmeyecek erkek yoktur.

*yemeklerden bahsedin sık sık. Herkes bilir ki bir erkeğin kalbine giden yol güzel yemekten geçer. Ne kadar güzel yemek yaptığınızdan filan bahsedin. Hayat müşterek sen de yemek yapmalısın gibi zamansız sözleri söylemeyin. Kaldırdıktan sonra yeterince kafasını kemirmek için vaktiniz olacaktır zaten.

*ucuz olmayın. İlk günden msn isteyip erkeğin kafasında “ulan bu herkesten istiyordur şimdi ne yapayım ben bu kızı” havası estirmeyin.

*düzenli olarak takip edin, ilgilenin ve emo mu yoksa efendi biri mi olduğunu iyi kestirin. Emo birine Kemal Yaşar cümleleri kurmak ters tepecektir. Ya da efendi birine emoca konuşmak.

*gittikçe dozajı artacak şekilde canım, tatlım gibi şeyler deyin. Niyeti varsa bunlara ses etmez, niyeti yoksa kızacaktır böyle seslenmenize.

*gerçekçi olun. Gidip İzmir’den Ankara’daki bir erkeği kandırmaya çalışmayın. Olmayacak şeye çaba harcayıp sonra üzülmeyin.

*kalbinde başka birinin olup olmadığını bir şekilde öğrenin ki boşa zaman harcamayıp, yeni denizlere yelken açabilin.

*hedefinize iyi odaklanın ve konsantre olun. Çok isteyin, belki olur. Evet saçmalanması lazımdı bir noktadan sonra artık bu yazının =)

Olduğunuz gibi olun işte, beğenen öyle beğenecektir. Kasmayın yani. Bir de nasip kısmet tabi. Bitti.
 
Okuduklarınız tamamen benim yazdıklarımdır.
Okuduklarınız tamamen size kalmıştır.
yine beklerim.