31.8.10

Geleneksel Hayat Tespitleri - #4 Paradoks

Herkes mutlu olmak için yaşıyor; ama hiç kimsenin yaşamak için mutlu olmaya ihtiyacı yok. Hayat, zaman akıntısına kapılıp giden bir gemide boşuna kürek çekmektir.

Bir Soru Bir Yazı

Bugün hiç tanımadığım biri en mutlu olduğum anımı sordu. Böyle tanımadığım kişilerden bir soru gelince kendimi "niye?", "en mutlu anım önemli mi?", "bilsen ne değişecek?" gibi yargılayıcı sorular içinde buluyorum. Neyse konum bu değil zaten. Hiçbir okur da bunla ilgilenmez zaten.

Sözkonusu soruya güzel cevap yazacaktım aslında; çok da güzel giriş yazdıydım. Her şey hazırdı ama tek bir eksik vardı. Benim en mutlu anım neydi ki? Kendimi mutlu hissettiğim bir çok olay vardı, hatta bir kısmı da yakın zamanda bunların. Ama en mutlusu? Yakın geçmişte olmadığını biliyordum. Orta yakın geçmişte ise olabilecek birkaç şey vardı ama onlar da çerçeveletilip duvara asılmıştı. Zaman en çok da mutlulukları eskitiyor... Uzak geçmişi de ben hatırlamıyorum zaten. Yani, insanın hatırlayacağı bir en mutlu anısı olmuyor.

Şimdi diyeceksiniz ki, anılar içindeki insanlarla değil, sana kalanıyla güzeldir diye. Öyle değil. Bakın geçmişinize. Sizin de vardır, eskimiş, solmuş, yenisi gelince bir kenara atılıp unutulmuş; unutuldukça hayatımızın en köhne kısımlarına çekilmiş anılar. Eski fotoğrafları bile zip'leyip saklıyoruz sonuçta...

Lafı nereye getiriyorsun diye kendi kendinize soruyorsunuzdur. Ya da sormuyorsunuzdur. Başka seçeneğiniz yok maalesef. Bakın şu anda istatistiksel olarak %50'nizin ne düşündüğünü biliyor oldum. Hani kimse kimseyi anlayamazdı!? Neyse konu yine bu değil. Diyorum ki, nasıl şu anda en mutlu anımı seçemiyorsam, hayattaki son günümde de bunu yapamayacağım. Karım ile geçirdiğim bir gün mü? İlk çocuğum mu? İlk torunum mu? Çocuklarımın kerevetini gördüğüm gün mü? vs vs... Bir sürü anının arasında en mutlusu olmayacak. Belki de insan dediğimiz bizlerin laneti budur. Belki de refleks olarak yaşama sebebimiz, en mutlu anımızın hiçbir zaman olmayacak olmasıdır. Bugün yaşadığımızın en mutlu anımız olarak kalmasını ne kadar istesek de bunun gelip geçici olmasıdır. Belki de sırf bu yüzden insan anı yaşamalıdır; en mutlu anına en yakın an şu an yaşadığı andır! Kim bilir?!

Herkes kendi bilir tabii ki. Benim yok, sizin varsa elbette bilemeyeceğim.
http://fizy.com/#s/15oo8u

27.8.10

Çok Güzel İnsanlar Çetesi


Tam 1 ay 1 gün önce yine buluşmuştuk. O zaman yine yazacaktım ama kelimelerden korkmuştum. Dün yine buluştuk. Bu sefer başka türlü yazacağım.

Melike: 23 yaşında. Hep 23 yaşında =) Çetenin elebaşı oluyor kendisi. Zaten tüm dünyayı karşısına almış korkmadan üzerlerine yürüyor gibi. Görmeniz lazım. Zamanında “ey, iki adımlık yerküre / senin bütün arka bahçelerini / gördüm ben!” demişliği de var. Kocaman gözleri ile görmüştür, itiraz edemem.
Zayıf noktası: Kalbi. Kırılıyor.
Güçlü noktası: Tecrübesi.

Özlem: Çetenin vurucu üyesi. Benin bazı günler tüm gün konuştuğumu birkaç dakikada konuşabilme yeteneğine sahip. Son derece seri, tam otomatik silahlar gibi. Ama öldürmüyor. Boş da konuşmuyor. Çete toplantılarına firar edip katılıyor. Zaman zaman emo’ların arasına karışıp bilgi akışını sağlıyor =)
Zayıf noktası: Tembel =)
Güçlü noktası: Alınmıyor, kızmıyor. Çok uğraştım çok ama nafile.



Gökhan: Çetenin neşe kaynağı. Neşeliyken tüm çevresine bunu yansıtabiliyor. Ama yaklaşık 2 ay önce habersiz hesap kapatacak kadar bunalımdayken, bir ay sonra çok neşeli olabiliyor. İçinden yüzlerce fay hattı geçiyor, deprem riski çok fazla. Kavga işlerine karışmıyor; bahanesi de hazır; gözlük.
Zayıf noktası: “adsız.jpeg” =))
Güçlü noktası: Doğru insanlara güveniyor.

Ben: Aralarında en vasıfsız olanı. Arada onları dinliyorum, gözlemliyorum. Sonra birkaç kelimeyi yan yana getirip yazıyorum.
Zayıf noktam: Bunu söyleyecek halim yok buradan =)
Güçlü noktam: Melike, Özlem ve Gökhan benim arkadaşım.

İşte çete şimdilik bunlardan oluşuyor ama genişlemeye meyilli. Çetenin amacı mı? Eğlenmek tabii ki =)

26.8.10

Erkan Yolaç ile Evet Hayır




Bir zamanlar böyle bir oyun vardı; Erkan Yolaç gelir ve yarışmacıya evet ya da hayır dedirtene kadar sorular sorardı. Evet ya da hayır demeyip yarışmayı kazanan çok az kişi vardır. Bu video da Gülben ergenken çekilmiş görüntülerden oluşuyor. Amacım Gülben'in ergen haline baktırıp güldürmek değil. Yine de gülebilirsiniz, gülmekten zarar gelmez.

Amacım o zamanlar oyun olan evet hayır'ın aslında hala çok farklı olmadığını göstermek. Herkesin ağzında bir evet ya da hayır, bir başkasını ağzını arıyor. Evet ya da hayır(aynı şeyi yazmaktan bıktım, bundan sonra kısaca eyh) insanların akp'li veya diğerleri olmasını sağlıyor. Böyle garip bir hale getirildi referandum. Anayasa değişikliklerinin önüne hangi sonucun çıkacağı geçti. Referandum sonucu bir parti için seçim zaferi durumuna getirildi. Anayasa değişikliği Erkan Yolaç soruları muamelesi görür oldu. Bunlar tespit elbette, yapılacak bir şey yok.

Anayasanın çağımızın gerisinde kaldığı bir gerçek. Zaten hazırlandığı zamanki şartları da az çok hepimiz biliyoruz. Fakat, hukuk devleti olduğunu iddia eden bir ülkede anayasanın sürekli değişmesi beni rahatsız ediyor. Anayasanın üstünde bir güç var yani, bu çok açık. O yüzden her kesimden hukukçuların katılımıyla a'dan z'ye hazırlanacak yeni bir anayasayı şart görüyorum. Bu anayasanın, zaman aşımını uğrayana kadar değiştirilmesi sözkonusu olmamalı. Yani dediğim şu; hukuk devleti olmaktan çıkıp, hukukun üstünlüğünü tanıyan devlet olmalıyız. Anayasa kimsenin karalama defteri olmamalı.

Referanduma gelirsek. Zaten bu günlerde söz dönüp dolaşıp oraya gelmiyor mu? Yanlış saymadıysam toplam 26 maddede ve birkaç ek maddede değişiklik yapılıyor. Yani bayağı kabarık bir değişim. bir kaç maddede sadece kelimelerle oynanmış, geriye kalanları tam anlamıyla anlamak ise beni aşıyor ama bu fikir sahibi olmama engel değil. Siz de en azından bir kere bakın eyh demeden önce. Olaya sadece akp ve diğerleri olarak bakmadan, anayasa değişiyor ve bu beni nasıl etkiler, hukukun işleyişini nasıl etkiler diye düşünerek oyunuzu kullanın. Yaptığınız bir davranış bilinçli olsun yani.

Unutmadan, gidin en azından eyh deyin, vatandaş olduğunuzu hissedin.

20.8.10

Öyle Bir Anı

2007 yılı mayısının son günleri, belki biraz daha öncesi, bilemezsiniz.

o yılın ayrı bir önemi vardı benim için. neyse, finaller yaklaşırken, ara sınavlar yeni bitmişken ve hazır şenlikler de başlamışken yeşil vadide forum ekibinin hacettepe üyeleri olarak mangal yapma kararı almıştık. yaptık da zaten. yeşil vadiyi bilmezsiniz çoğunuz o yüzden iki sözcük de yeşil vadi için edeyim. güzelliği dillere destan beytepe kampüsü'nün içinde yer alan bir nevi vaha. cidden öyle görmeniz lazım. çoğunuz göremeyecek ama sorun değil, daha güzel yerler de var. sorgun göleti'ndeki gümüşserviyi görmelisiniz mutlaka mesela. 

sorgun göleti, ankara

mangalımızı yaptıktan sonra, akşamki göksel ve manga konseri için festival alanına geçtik. göksel'i çok severim ben zaten. festival alanı da ilk defa o yıl kullanıma açılmıştı. çimlerin yerini hiçbir zaman doldurayamayacak, o ayrı. bir şarkı dinledik, iki şarkı dinledik ama eksik bir şeyler vardı; ne en iyi arkadaşım eğlenebiliyordu ne de ben. bir insanla belli bir samimiyete ulaştığınızda, sadece bakarak bile çok şeyi anlayabilirsiniz. öyle bir şey oldu yine. ikimiz de bir şeylerin yanlış olduğunu anladık. bıraktık konseri ve dertleşmek için city center'a geçtik. rakı masasında dertleşmek nedir ancak gördüklerim kadarıyla  anlatabilirim ama kahve dertleşmek için icat edilmiş bir içecek onu biliyorum. o sevgilisinden ayrılmış, ben sevgilimle olmayacak bir sebepten tartışmış ama birbirimizin eğlencesi yarım kalmasın diye ikimiz de bundan birbirimize bahsetmemişiz. tartışmaların olmayacak sebepten olması hep iyidir, unutmayın. ya ciddi bir sebepten olsaydı diye sorun kendinize. o tartışma yapılacaktır mutlaka, o yüzden olmayacak sebepten olması daha iyidir. güya sınav zamanı ve gelememişler. hep öyle olur zaten! neyse yine. geçenlerde biri formspring'te sormuştu; işte cevabım, dostluklar böyle ediniliyor. dost, mutsuzluğunu paylaşacak birinin olması demek değil sadece, aynı zamanda mutsuzluğunu uygun zamanında paylaşmayı bilecek kadar seni düşünen kişidir. hem unutmayalım, insanlar benim yüz asmamı çekmek zorunda değil, kimse kimsenin somurtmasını çekmek zorunda değil. doğru kişilere, uygun şekilde, doğru zamanda bunu belli etmek lazım. benimkisi de laf işte; zaman hiç doğru olmaz aslında değil mi?..

16.8.10

İnsanlık Üzerine

Şunu şunu yapan insanlar hakkında ne düşünürsün, şunu giyen insan hakkında ne düşünürsün, şu yapılsa tepki ne olur tarzında onlarca soruya rastlıyorum formspring’te. Cevaplar o kadar keskin veriliyor, o kadar emin yazılıyor ki bazen şaşıyorum. Halbuki sözkonusu durumlarda nasıl tepkisiz kalıyor insanlar, nasıl anlamıyorlar bile şundan nefret ederim dediklerini, nasıl da görmezlikten geliyorlar önceki cevaplarında yazdıklarını anlamak mümkün değil. Zaten anlaman da beklenilmiyor. Diyeceğim o ki insanlık yalancı, en iyi ihtimal doğruyu konuşmuyor. Herkesin yalanları ve/veya söylemek istemedikleri var. O zaman çok mu zor susmak, nedendir bu gürültü patırtı!?

İnsanlar ilgi manyağı; hatta manyaklığı aşıyor artık narsist olma noktasına varıyor. Nasıl da toplu soru sorup bir adet fazla soru cevaplama derdine düşüyorlar. Anlamadığım şey bu kadar ilgi bekleyen kişiler hiç mi düşünmüyor; nasıl toplu soru ile birinin ilgisini çekebilirsin? Fazladan cevaplayacağın bir adet soru ile kaç yüz türk kızını geçmiş olacağının derdine mi düşüyorsun!? Bu kadar mı egon var? Narsist olacak kadar ilgi beklemek ne kadar da sıradanlaşmış! Her yerde sizden var be! Bi de twitter’da şu takipçim gitmiş, bu kadar takipçim azalmış diye zırlayanlar var; üstelik, hiç tanımadığı, hayatında bi kere bile merhaba demediği insanlar artık takip etmiyor diye. Alooo, insanların en sevdiklerini bile bir süre sonra terk ettiği bir hayattasınız! O egolarınız yüzünden ancak bunu mu garipseyebiliyorsunuz?

Her taraf zeki insanlarla dolmuş. Her tarafta zeki olduğunu düşünen ama genellikle mutsuz insanlara rastlıyorsunuz. Herkes yazılanların içine gizlenmiş ironiyi anlıyor, kelime oyunları yapıyor, en komiklikli esprileri incelikle sergiliyor ama gelin görün ki hiçbiri mutlu değil. Zekisin ama mutlu değilsin. Zekisin ama huzuru bulamamışsın. Zekisin ama yalnızsın. Zekisin ama zeki değilsin işte! Bırakın zeki olmayı da, mutlu olun!

İnsanoğlu zeki olduğunu sanan, egoist bir yalancıdır. Sonra bana soruyorlar "niye sevmiyorsun insanları?" diye. Niye ve neresini seveyim? Yine de evet seviyorum diyeceğim, sevmiyorum aslında da işte.

Sonuçta ben de herkesten biriyim.

11.8.10

Vicdan (banttan yayın)

"Neresinden tutarsam tutayım elimde kalan sadece sorular ve soru işareti ile biten cümleler. Bir şeyi soru sorarak tanımlayabilir misiniz? Umarım tanımlanıyordur.

“birini kırmak son çare de olsa insan bunu yapmalı mı?”

işte bu hikayenin “bir varmış bir yokmuş” u, soru üreteci. Bu sorunun, vicdan üzerindeki izdüşümü, insan davranışlarında bıraktığı pervasızlık, zihinde oluşturduğu bulanıklık hikayenin gizli öznesi. Bu hikayenin Nesnesi de gizli, ama yüklemi hiç yok. Yüklemi bulmaya zihinsel bir yolculuk vicdan bu hikayede.

Vicdan…

Doğuştan doğal bir refleks olarak gelen, insanın içindeki usa vurma. İnsan ile hayvanı ayıran özelliklerden biri değil midir vicdan? Niye kullanılmaz? Niye paslanmaya bırakılır? Sorular sorular… Adaletli olmak ile vicdan arasında nasıl bir ilişki var? Bir yargıç her zaman vicdanına göre mi hareket eder? Düşündüm. Bağlı kalması gereken bir yasalar bütünü varken vicdanına göre hareket edebilir mi acaba? Aç kaldığı için ekmek çalan birini düşündüm. Sırf üç ekmek çaldı diye senelerce hapse gönderilen biri. Hangi vicdan buna göz yumar ki? Bir yargıcın benim aradığım soruların cevaplarını veremeyeceği çok belliydi. Sonra aklıma psikologlar geldi. Psikologlar; insana hayata tekrar tutunma yolunu gösteren kimseler. Bu kişilerde vicdan olmalıydı. Evet evet olmalıydı. Sorularımın cevabını bulmak için nette vicdan üzerine yazı yazmış bir psikolog aradım. Ve buldum da. Şöyle diyordu;  “ kütlesi olmayan ama etkisi dışımızdaki bütün otoritelerin yaptırımından çok daha yoğun bir güç… ayıbını sürekli hatırlatıp yüzüne vuran, sana hesap soran, uykusuz bırakan, rüyalarına giren bir güç…”. Sorularımın çoğuna cevap bulmuştum. Ama yeni sorular fazla gecikmedi. Vicdan için kütlesiz demişti. Hayır hayır bence kütlesi vardı, olmalıydı. Nasıl bir yürek taşıdığı sevgi kadar ağırsa; vicdan da ona danışıldığı kadar ağır olmalıydı. Omuzlarımızda taşıdığımız bir yüktü çünkü vicdan. Ağırlığı varsa kütlesi de olmalıydı…

Vicdan sahibi olmak…

Vicdan alınıp-satılan bir şey mi ki sahip olunabilsin? Peki vicdana sahip olmak, onu istediğin gibi kullanmak demek değil miydi? Halbuki vicdan özgür olmalıydı, işe yaraması için. Sonra, ne kadar ciddi olarak söylendiğini bilmiyorum ama “vicdanın senin sahibin olmasın da” cümlesi uyandırdı beni uykumdan. Böyle bir iletiyi yazmaya ancak böyle bir esaret mi sebep olurdu? Böyle bir esaretin sonuçları ne olurdu ki? Sonuçta söz konusu vicdan oldu mu iki taraf da bağımsız olmalıydı. Yasama ve yargı gibi olmalıydı insanın kendisi ve vicdanı. İki taraf için de en doğrusu bu olmalıydı. Ben buna inanmak zorundaydım.

Vicdanım rahat…

Bu iyi insanın söyleyeceği cümle midir? Hayatını mükemmel olarak yaşayan biri var mıdır ki böyle bir cümle söylesin? En çok suçlular kullanmaz mı bu cümleyi? Vicdanım rahat demek kadar kolay ne olabilir ki? oysaki insanın vicdanı rahat olmamalı. Vicdan insana sormalı bence “sen rahat mısın?” diye. Vicdan bu demek değil midir? Sen, vicdanım rahat diye düşünürken yakınındaki biri seni suçlu gösteriyorsa ve vicdanın rahat olmamalı diyorsa kim haklıdır? Offf yine sorular…

“İnsanoğlunun tanrı ile hesaplaşabilme yeteneği”

hermann hesse böyle tanımlamış vicdanı. İnsanın kendini tanrı sanmaması için hesaplaşması gerektiği mi olmalı sanki? Her zaman olduğu gibi sorular etrafımı çevrelediğinde üstatlara danıştım. Önce özdemir asaf’ın şiirleri arasında aradım cevapları. Bulamadım. Üstat ıskalamıştı böyle bir konuyu. Kendini, “o kadar çok sevdim ki, sevilmeye vaktim olmadı” diye tanımlayan diğer üstat ümit yaşar oğuzcan’ın şiirlerinde yolculuğa çıktım. Her şiir başka bir duraktı, ama iki şiir arasındaki manzarada aradığım cevaplar yoktu. Kelimelerim bitmişti ama hala cevaplanmayı bekleyen sorular vardı. Sonra elim klavyenin tuşlarına basmaya devam etti. Harfler yan yana geldi kelimeleri oluşturdu; kelimler yan yana geldi mısraları oluşturdu. Mısralar, komutanını bekleyen askerler misali alt alta ve nizami olacak şekilde dizilmeye başladı…

vicdan,

omuzlarda taşınan atkıdır,
insanın boğazına düğümlenen.
bukağısıdır insanın,
iyiliğe tutunan.

akıllarda yaşayan düşüncedir,
Danıştıkça insanı esir alan.
Yaşamı zor hale getiren,
Kırıp dökmeden, incitmeden.

------------------------------------------------

işte benim vicdan hikayem, vicdanımın hikayesi. Şimdi, arkama yaslanıyorum, kahvemi yudumluyorum ve soruyorum; vicdan ne? Vicdanım rahat olmalı mı?"

Şöyle çok güzel bir şarkı var hem:


4.8.10

Geleneksel Hayat Tespitleri - #3

There is always hope...
Söze umut etme özürlü bir olduğumu söylemekle başlamalıyım sanırım. Buna rağmen bunun patolojik düzeyde olduğunu düşünmüyorum. Belki iyi bir dayağa ihtiyacım vardır. Daha önceden de bahsettim sıkça, çok fazla istediklerim gerçekleşmiyor diye. İki hafta önce Melike, Özlem ve Gökhan ile buluşmayı da çok istemiştim ve buluştum. Anladım ki hayattaki her şey gibi umutlar ve hayaller de bazen oluyor, bazen de ne yaparsak yapalım olmuyor. Diyeceğim şu ki, ihtimaller aksini söylese dahi hayatta her zaman umut etmeye değecek bir şey var.

Bir adet yeni mesajınız var

Merak etmeyin fazla uzatıp sıkmayacağım; birkaç satır yazıp uyuyacağım. Zaten uzun olsa da sıkarsa okumazsınız, neyse.

Yaklaşık 2 senedir engin okyanusta dalgalar ve rastgele esen rüzgar ile ilerleyen forumumuza(zamanı gelince adını açıklayacağım, şu an söylemeyi uygun bulmuyorum) yeniden ivme kazandırmaya karar verdik. Hala eskiye dönük yazılanlar ve reklam kampanyası gibi şeylerin üzerinde duruyoruz. Eski yazılanların silinmesi benim olmazsa olmazım, nedenini biliyorsunuz zaten. Planladığımız gibi olursa, çok kalabalık olmasa da 10-12 kişi ile ilerleyen bu forum epeyce zamanımı alacak. Forum, twitter, blog, formspring, düzenli yazmak istediğim bir adet sözlük derken fazlasıyla dağılmış olduğumu, olacağımı fark ettim. Ayrıca istediğimden daha az kitap okuyor ve film/dizi izliyorum. Bu demek değil ki size daha az zaman ayıracağım. Bugün pozitif biri olacağım ve zamanın böyle yetersiz kalmasından nasıl memnun olduğumu söyleyeceğim(uyumadan önce şirinleri de görürüm belki :/). Boş kalmak en kötüsü, bir şeyler yazmak, yazacak çok farklı alternatiflerin olması iyi, bu zamanı özellikle buradaki birkaç arkadaşımla paylaşmak ise en güzeli.

2.8.10

Geleneksel Hayat Tespitleri - #2

Şu anda uykum yok ama sabaha çok uykum olacak. Şimdi uyumak gelmiyor içimden ama sabaha beş dakika fazla uyku için belki de kahvaltımdan fedakarlık yapacağım. Şimdi sebepsiz şekilde canım sıkılıyor, ama sabaha canım sıkılmasına bile sıra gelmeyecek. Bu ve bunu gibi durum-tahmin sebepleri her zaman hayatımızda bir çelişki uyandırır. Bu yüzden hayat asla zaman gibi doğrudan ilerlemez. Hayat, doğum ve ölüm arasındaki paraboldür.

Merak Ettiklerim - #1

-Bugün de uyku tutmadı.
+Ne yapmalı o zaman, bu saate kimse de yoktur.
-Bloga bir şeyler yazayım, epeydir boşladım zaten.
+Hmmm olabilir aslında, ne yazacaksın peki?
-Bilmem, merak ettiklerimi yazayım mı?
+Nasıl yani?
-…
+Pek bir şey çıkmaz buradan ama yine de denemeye değer.
-Güzel olacak ya da roman gibi olacak kaygım yok ki sonuçta. İstedim, yazacağım.
+Tamam yazalım.

*Bulutların üstünden güneşin batışı nasıl gözükür acaba?
*İnsan ölene dek yürüyebilir mi?
*Yarını bilsek, şu andakinden daha fazla mı yaşanır olurdu hayat?
*Umut edememe hastalığı söz konusu olabilir mi? Bunu sonucu ne kadar iyi, ne kadar kötü olurdu?
*Yalnız mı öleceğim? Nasıl öleceğim?
*Dünyayı siyah beyaz görseydik, renkli televizyonu akıl edebilir miydik?
*Para biriktirme fikri ilk kimin aklına ve hangi sebepten gelmiştir acaba?

-Adettendir buraya bir adet fotoğraf koyalım.
+Nasıl bir şey olsun?
-Siyah ağırlıklı olsun. Hem arka plana uyuyorlar, hem de kırmızı çerçeve şık duruyor.
+Sen bilirsin.
-Peki.



*Zaman yakıt olarak kullanılabilir mi?
*Bölüm sonu canavarları neden en zoru olur. Sonda mı olmalı zor?
*Unutulan bilgilerin depolandığı geri dönüşüm kutusundan geri yükleme yapılabilinir mi?
*Neden dünya denmiş bu gezegene?
*Kadınlar ne düşünür?
*Kütle ile ağırlık kaç kere aynı anlamda kullanılmıştır insanlık tarihinde?
*Aydan da dünyanın hep bir yüzü mü gözükür?
*Ruhun ispatı var mıdır?
*Ortalama bir ayrılığın böleni ve kalanı nedir?

-Buraya da bir müzik gider.
+Yabancı mı yoksa yerli mi?
-Hep soru mu sorarsın sen?
+Cevap aradığın sürece, evet.
-Yerli olsun.
+Aklında bir şarkı var mı yoksa çalma listenden mi bulacaksın?
-Bakalım.


*Suyun dünyanın bir ucundaki bir delikten girip, diğer ucundaki başka bir delikten çıktığını düşünen insanlar gibi biz de binlerce yıl sonra düşündüklerimiz için aptal durumuna düşecek miyiz?
*Yıllar 5 ay olsaydı, her sene bir mevsim iki kere yaşansaydı, bu iki yazın olduğu seneyi beklenir yapmaz mıydı?
*İnsanlar beklentileri için mi yaşar?
*İlk cinayetin sebebi nedir?
*Ya beni çok sevecek kişi ile karşılaşmazsam? Yazgıda adaletsizlik olabilir mi?
*Aforizma sahibi olabilmek için ünlü mü olmak lazım?
*Niye bazen uyku tutmaz insanı?

-Yeter sanki.
+İç sesin ile konuştuğunun farkındasın değil mi?
-E ben sık sık kendi kendime konuşurum ki, alışık olman lazım buna.
+Uykusuzsun.
-Beni benden daha iyi kim anlayabilir ki zaten?
+Sen de haklısın.
-Bi haklısın diyenden, bi de susandan korkarım ben.
+Niye?
-İkisinde de söylenecek söz bitmiştir.
+…
 
Okuduklarınız tamamen benim yazdıklarımdır.
Okuduklarınız tamamen size kalmıştır.
yine beklerim.