12.9.10

Gönüllerin Şampiyonu

Dünya şampiyonası başlamadan önce yazmayı düşünmüştüm bu yazıyı ama kısmet bugüneymiş. 

Basketbol tarihimizin en önemli başarısının üzerinden henüz saatler geçti. Bundan önceki en büyük başarımız, yine kendi evimizde düzenlediğimiz 2001 Avrupa Basketbol Şampiyonasında oynadığımız finaldi. Finalde o zamanki adıyla Yugoslavya'ya kaybedip ikinci olmuştuk. O takımın başında Aydın Örs vardı. İbrahim Kutluay, Harun Erdenay gibi hücum silahlarımız ile atarak kazanan bir takımdık. Savunmadaki en büyük kozumuz meşhur Aydın Örs alan savunmasıydı. Bugünkü takımın kaptanlığını yapan Hidayet ve Kerem Tunçeri, o takımın genç yetenekleriydi. İyi oynamayarak ve herkes tarafından kabul edilen, hakem sayesinde kazanılmış İspanya maçı sayesinde finale kadar gitmiş ve gümüş madalya kazanmıştık. Aydın Örs'ün ardından takımın başına Tanjevic geçti. Bugün 4,5 saniye kala boş turnikeyle maçı kazandıran Kerem Tunçeri'yi uzunca bir süre milli takıma almadı. Kerem'in Real Madrid'e transferine kadar olan kısımda Kerem'siz milli takımımız hep oyun kurucusuz oynadı. Atarak kazanmaya çalışırken, olmayacak farklarla olmayacak takımlara yenildik. Mehmet Okur ve Hidayet'in ego savaşı yüzünden, hep yüksek potansiyelli bir takım olarak gösterilmemize rağmen, kendimizi 5-8 maçlarını oynarken bulduk. Taa ki uzak doğuda düzenlenen Dünya Basketbol Şampiyonasına kadar. O takımda ne Hidayet vardı ne de Mehmet. Harun Erdenay da basketbolu bırakmıştı. Artık atarak kazanamayacağımız çok açık olduğundan, savunarak kazanmayı denedik. Çok başarılı maçlar da oynadık. O turnuvanın bize kazandırdığı şey ise savunma yapma alışkanlığı oldu. 80 sayı barajı bizim takımın hücum potansiyelinin limiti olduğundan, savunmayı öğrendik. Yine Türkiye'de düzenlenen Avrupa Ümitler Basketbol şampiyonasında Ömer Aşık, Semih Erden, Ersan İlyasova, Oğuz Savaş ve Cenk Akyol'dan oluşan ümit takımımız finalde o zamanki adıyla Sırbistan-Karadağ ümit takımına yenilmiş ve ikinci olmuştu. Sırplar kendi evimizdeki bir başka turnuvada da finalde bize çelme takmışlardı. O takımın yıldızı Cenk Akyol'du mesela. Şimdi o takımın oyuncuları uzun rotasyonumuzu oluşturuyor ve karşımızda yine Sırbistan vardı. Hidayet ve Kerem'in, Ersan ve Semih'in farklı jenerasyonlarda da olsa alacakları ortak bir intikam vardı. Maç kazandıran sayıları ile Kerem ve son savunmadaki bloğuyla da Semih olabilecek en güzel rövanş senaryosunu yazdı.

Yarın tarihi bir maça çıkacağız. Amerika Birleşik Devletleri, B takımıyla katıldığı turnuvada Brezilya maçı haricinde hiç sıkıntı yaşamadan finale kadar geldi. Turnuvanın mvp'si Kevin Durant'ın payı çok büyün bunda. Rose, Billups, İguodala, Durant ve Odom beşiyle maça başlayıp, bu beşle maçla bitiriyorlar genellikle. En büyük eksiklikleri Pick'n'roll savunmasını yapmak. Bu yüzden Teodosic önderliğindeki Sırbistan takımının, finale çıksaydı Abd takımını yeneceğini düşünüyordum. İyi ki biz çıktık tabii. Etkili alan savunmamız ile başta Durant olmak üzere Abd takımını yavaşlatabileceğimizi düşünüyorum. Durant yine 30'lu sayıları bulacaktır ama Durant'ın kaç sayı attığındansa diğer oyunculardan ne kadar yiyeceğimiz önemli olacaktır burada. Basit top kayıpları yapmazsak maçın sonuna kadar en azından havlu atmadan mücadele edebileceğimizi düşünüyorum. Kazanmak mı? 1 ve 4 numara ile oynayacağımız pick'n'roll oyunuyla Durant'ı faul problemini sokarsak bir şansımız olabilir. Bir de yüksek yüzdeyle üçlük atmalıyız. Basit top kaybetmeyelim ve yüzdeli üçlük atalım. Kazanmamız için tek yol bu. Onlarla sayı yarışına, hele ki atletizm yarışına girersek daha ikinci periyotun ortalarında maç kopacaktır. Bu hiç istemeyeceğimiz bir şey.

Yarın kazanırız ya da kaybederiz, fark etmez, bu takım teşekkürü fazlasıyla daha şimdiden hak etti. Sonsuz kere teşekkürler 12 dev adam.

8.9.10

Bir Arife Masalı

Bugün arife, sizi bilmem ama ben yarım gün çalıştım. Öğleden sonram benimdi. Bayram öncesi muazzam bir kalabalık olur her tarafta, bilirsiniz. Ben de hiç sevmem bu kalabalığı. Dolayısıyla farklı bir şey yapmaya karar verdim. Hayatım zaten yeterince boktan; bu yüzden farklı bir şey yapmalıydım. Yaptım da. Araba yıkadım.

Binen bilir, arabayı, benzin aldığınızda ücretsiz yıkarlar ya da 10 tl'yi bayılırsın iç dış ne varsa yıkarlar. Ben ise dayadım hortumu musluğa, aldım elime kovayı, fırçayı ve -annem duymasın ama- bulaşık deterjanını, indim evin önüne. Bir yandan ayarlı frekanstan virgin radyo çalıyor, diğer taraftan elimde fırça araba yıkıyordum. Fırça darbeleri ile arabayı yıkamaktan çok daha fazlasını yapıyordum; içimi kaplayan heyecansızlığı ve karamsarlığı fırça darbeleri ile dövüyordum. Onuncu dakikada ikisi de nakavt oldu. İnsan, umutsuzluğa kapıldığında, denediği her kapı yüzüne kapatıldığında, problemlerin çözüm yollarında kaybolduğunda olmadığı kişi gibi davranınca rahatlıyormuş. Bir an, kırmızı ışıkta, elinde bez araba camlarını silmek için bekleyen çocukları düşündüm. Onlardan farkım kalmadığında özgür ve kendim olabiliyordum. Kendime acıdım, onları ise kıskandım. Mühendis olmak, her işi parayla çözebilmek insanı mutlu etmeye yetmiyor. Ne kadar acı!

Bir de sabah babam geldi. Çok özlemişim kendisini. Yaşımın yarısı kadar süre babamı görmüş olmam, beni babama karşı hala çocuksu duygular beslememe neden oluyor. Bayramda burada sonra yine gidecek. Hasta haliyle gitmese diyorum bazen ama kendi istekleri yüzünden insan babası da olsa başkasının hayatına karışmamalı. Babamı böyle de seviyorum, olsun.

Yarın da bayram, yarın sabah bayram namazı dönüşü kutlamayı unutacaklarım olur diye şimdiden hepimizin bayramı kutlu olsun.

4.9.10

İkametgah İlmuhaberi

Geçenlerde öğleden sonrası için izin aldıydım. Gerek resmi dairelerdeki işlerimi halletmem, gerekse de ikametgah ilmuhaberi çıkartmam gerekiyordu. Evet yanlış duymadınız, ikametgah ilmuhaberi. Hava kuvvetleri, kendi arazisinde olmadığım vakitlerimde nerede olduğumu bilmek istedi. Eyvallah dedim. Anlatayım.

Bir muhtarımızın olduğundan bile bihaberdim. Her hududun bir muhtarı oluyormuş. Zamanında oy da atmam gerekmiş mesela. Nerede olduğunu ise hiç bilmiyordum. Bu çağda kimin muhtara işi düşüyor ki zaten? Neyse, aramaya başladım. Epeyce gezdikten sonra, sora sora sonunda muhtarlık binasını buldum. Benden size bir ipucu: Civardaki en temiz ve bakımlı sokak muhtarlığın olduğu sokak oluyormuş. Yeni yapılmış, prefabrik bir bina. Aslında biraz daha büyük olsa cümbür cemaat, ailecek yaşanır bunun içinde. Kapalıydı. Açık mı olacaktı bir de, yok artık! Gerçekçi olun. Kapısında bir not: “muhtar bakkalda, hemen bir sokak aşağıda.” Bizim muhtar bakkalmış(bakkalcı?) meğersem. Ya da bakkal bizim muhtarmış. Sıralamayla nasıl da karizma değişiyor dimi? Gittim buldum bakkalı. Arkadaş bu civarda da her yer bakkal, market filan. Bisiklet tamircisi yok mesela. Millet boğazını zor geçindiriyor, çok belli. Bakkala girdim, bir müşteri vardı sıramı bekledim.

-“ne istemiştin?”
-“ikametgah ilmuhaberi…”

Bakkaldan ikametgah ilmuhaberi isteyen ilk kişi olmanın buruk sevinci var üstümde.

-“ikametgah kağıdı veriyoruz.”
-“ne farkı var?”
-“bir farkı yok da öyle deniliyor artık”
-…

Dünyanın en entelektüel muhtarı bizimki olmalı. Sonuçta bakkal işletiyor, matematiği de fena değildir diye tahminde bulundum. 60’lı yaşlarında, 6 oku kalbinin üstünden eksik etmeyen, saç sakal bıraksa şirin dede tipinde olacak biri üstelik. Saç bıraksa diyorum ama kel olunca biraz zor tabii… 

-“burası bakkal yalnız, muhtarlık binasına geç geliyorum.”

Türkçe her yere çekilebiliyor, bu huyunu bazen hiç sevmiyorum.

-“tamam, bekliyorum.”

Ucu açık bir cevap verdim tabii ki. Gittim, bekledim, geldi, belgemi aldım. 30 dakika. İkametgah ilmuhaberi 3TL.

Ertesi gün hava kuvvetlerine girerken, nelerle aldığım belgeyi nizamiye çavuşuna verdim. Abartıp, evladımı vermiş gibi üzüldüm derdim, ama bu hiç komik değil. Aldı inceledi bir süre. Dayanamadım…

-“ne dersin yakınlarda gömülü gizli cephane var mıdır?”
-“ahuahauha”

Güldü. Tamam erleri severim sayarım ama ciddi sorduğum bir şeye gülünmesine de katlanamam. Benim de prensiplerim var sonuçta.

-“neye gülüyorsun?”
-“abi, dediğine güldüm”

İnsanlara o anda yaptıkları eylemi neden yaptıklarını sorunca; o eylemi yapmayı bırakıyorlar. Neden ağlıyorsun dediğinde, her çocuk sorunun kroşesinden kurtulana kadar ağlamayı keser mesela. Bu yüzden niye beni seviyorsun demeyin siz siz olun. Sevmeyi de bırakabilir insan. Bunun tersi olmuyor düşünmeyin boşuna.

-“hayırlı nöbetler o zaman,” dedim. “sizin tuttuğunuz nöbetler sayesinde biz güven içinde uyuyoruz…”

Yerse. Yerseniz.

-“sağol abi.”

Bunu da ciddiye aldı mesela. Askerlerle anlaşmak için üniforma giymeniz lazım. Olmazsa olmuyormuş yoksa.

İkametgah ilmuhaberi 3TL. 

3.9.10

Evreni Kim Yarattı Çıkmazı

Öğleyin gazeteyi açtığımda karşıma çıkan ilk haber "ünlü fizikçi: evreni tanrı yaratmadı." oldu. Eksi sözlüğe baktım orada da gündem olmuş. Allaalla, evreni daha dün tanrı yaratmıştı halbuki. Ne çabuk değişti.



Stephen Hawking teorik alanda çok önemli bir fizikçi cidden. String teorisinden tutun da higgs bozonuna kadar bir sürü önemli çalışması var. Bunlardan bahsedecek değilim. Her gün yeni bir aykırılıkla gündeme gelmesini de çok iyi biliyor. Keşke yürüyebilseydi, çok kadının canını yakardı. Neyse. Diyeceğim şu ki, daha önce tanrının parmağı olduğunu söyleyen de kendisiydi. Bilim sürekli kendini yenileyen bir şey ve önemli bilim adamları da kendini buna adapte ediyor. Stephen Hawking de bunların başında geliyor. Dün tanrının yarattığını, bügün fizik kuralları kendi içinden çıkartabiliyor. Bunun üzerine kitap çıkaracakmış. Yarın bir gün yeni bir kitap çıkaracağı zaman, evreni ben yarattım demesinden korkuyorum. Demezsin dimi Sitefin hoca?

Bilim sürekli kendini yeniliyor, buna eyvallah, ama evren de bir günde tanrının elinden alınıp fiziğe mal edilmez ki kardeşim! Belki kitabı okurum. Bak demişken, dnr'da bilimsel kitaplarının, bulmaca ve bilmece reyonunun hemen yanında olması bana çok koyuyor be...

Ayrıca alışmışım seksi fotoğrafları için tıklayın gazeteciliğine, bu haberi sürmanşet görünce şaşırdım. Neyse, altta iki tane tecavüz haberi var, akşam iftar olsun da onları okurum keyifle artık. asdkljl

Şaşkınlığım bundan. Yoksa evreni Ferhat Güzel ile ortaklaşa ben yarattım. Töbeyarabbim.

1.9.10

Erken Kaybedenler

Kitap bu. Cidden, kitap isminin hakkını layıkıyla veriyor. Murat Menteş'in geleceğin en iyi yazar adayı olarak göstermesi üzerine yakın takibe aldığım Emrah Serbes tarafından yazılmış bir kitap. Kim tarafından yazıldığını zaten görüyorsunuz ama olsun fotoğrafların altı çizilmiyor sonuçta. 173 sayfalık incecik bir kitap ama cüssesine aldanmamak lazım. Onlarca kitap değerinde güldürme potansiyeline ve hakikaten bu böyleydi şaşkınlığını yaşatma dramasına sahip. 8 kısa hikayeden oluşuyor. Kısa dediğime de bakmayın, aslında her biri senelerce süren bir anlatım.

*anneannemin son ölümü
*zannettiğin gibi değil
*korhan ağbi'nin kardeşi
*denizin çağrısı
*cahide
*üst kattaki terörist
*alçakgönüllü arzular
*kimi sevsem çıkmazı

Hikayeler bunlar. Yaşları 8-18 arasında değişen, annesini, babasını, hatta ikisini birden kaybetmiş erkek çocuklarının yaşadıklarının ve iç dünyalarının mizahi bir dille anlatımı demek yanlış olmaz. Hikayedeki her erkek çocuğunun ortak bir noktası var ama; hepsi en az bir kıza vurgun. Zaten yazar da kitap içinde "aşk bu, yaş dinlemiyor." diyerek bir gönderme yapmış. "En güzel sevgiler de çocuklukta yaşananlardır..." diyerek olaya son noktayı da koymuş zaten.

Özellikle iki hikaye hakkında birkaç şey yazma gereği duydum. Birincisi ilk hikaye olan anneannemin son ölümü olacak. Okuduğum en komik kısa hikayeydi. Uzak ara hem de. Gülerken gözlerimden yaş geldi deyip olayı şematize ve dramatize edeyim sizi. Diğeri de üst kattaki terörist. Şehit kardeşi bir çocuğun nasıl beklentiler içine sokulduğunu anlatan çok güzel bir kara mizahtı. Aslında düşündüm de hepsi güzeldi. Ayırmıyorum hiçbirini.

Murat Menteş'i daha önce okuyan şanslı kişiler için yazarın kalemi hakkında da üç beş kelam edeyim. Sonuçta tavsiye eden o. Ben onun referansından yola çıktım. Cümleleri arka arkaya sıralama konusunda Murat Menteş ile yarışabileceğini düşünüyorum. Küfürleri ağır, sözcükleri daha bizden, tespitleri olağanüstü. Kurgulama ise, öncesi polisiye yazarlığına dayanan birine yakışacak düzeyde. Ben çok sevdim kalemini yani, bundan sonra yakın takibimde olan yazarlardan biri olacak.

Keşke bitmese dediğim ender kitaplardan biri oldu. Sonuçta her şey bitmeli di mi? Bu da bitti işte. Yazarın dediği gibi "kalırsın öyle..." sonra.
 
Okuduklarınız tamamen benim yazdıklarımdır.
Okuduklarınız tamamen size kalmıştır.
yine beklerim.