24.9.11

Yeni Sezon

Eylül ayının sonuna gelmemiz ile birlikte birçok yeni dizi yayına başladı. Ben de sizin için (O yea!) bu dizi furyasında öne çıkan beş tanesini izledim ve yorumladım. Buyrun hayrını görün...


True Blood veya Vampire Diaries hayranıysanız bu diziyi de beğenmeniz çok olası. Annesinin ölümü ile büyük annesinin yanına taşınan bir kızın, cadıcılık yeteneğini keşfetmesi sonrası yaşadıklarını/yaşayacaklarını anlatan ergen dizisi demek yanlış olmaz. Aynı okula giden bir grup ergen, yetenekli cadılar, çıtır hatunlar, yakışıklı erkekler, küçük ve herkesin birbirini tanıdığı bir kasaba, bunlar bu türün değişmezi olarak bu dizide de var. Vampir mitini mahveden, vampir tarifini ayaklar altına alan Twilight sonrası bir hayal kırklığı da hayallerdeki cadı tarifi için geçerli olacağa benziyor. Cadı denilince hepimizin aklına kemikten, bin bir türlü antik ottan büyüler hazırlayıp bunları kullanan kişiler aklımıza gelecektir. Bu dizide ise büyücü olarak bildiğimiz iki sihirli söz ile doğa üstü şeyler yapabilen kişiler cadı diye önümüze sürülüyor. Üstelik sözler de "hadi aslanım, hadi koçum" ayarında. Benim gibi bu mitlere bağlıysanız ve bunları seviyorsanız biraz hüzünleneceksinizdir. Onun haricinde büyü ve doğa üstü olayları seviyorsanız bir şans verebilirsiniz, sonuçta bir Selena değil.

Yazarın notu: 6/10 - yoklukta gideri var.


İzlediğim diziler içinde beni en çok şaşırtan dizi bu oldu. Tekrarı çekilen filmlerin Cameron Diaz'a rağmen yavanlığı, tekrarının dizisinden benlentimi çok aşağıda tutmama sebep olmuştu. Herhalde konusundan bahsetmeme gerek yoktur. Üç güzel ama güzel oldukları kadar da ölümcül kadın adaleti sağlama peşinde. İyi dövüşen kadınların cazibesine bu dizide de kapılmamak elde değil. Asyalı bir melekten sonra siyahi bir meleği de bu diziyle birlikte görüyoruz. "Meleklerin ırkı, rengi olmaz; onlar dövüşmek için yaratılmıştır." mesajını almamak elde değil. Dizi hem müzikleri ile hem de "you're angels of justice, not angels of vengeance.", "we're angels, not saints." gibi sözlerle tempoyu hep yukarıda tutuyor. Özellikle izleyicinin erkek kesiminin ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Henüz piyasada adı pek geçmiyor, sözlüklerde ve twitter'da konuşulmuyor ama yakın zamanda epeyce popüler olacağını tahmin ediyorum.

Yazarın Notu: 8/10 - her türlü gideri var.


Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere Zooey Deschanel başrolde. Aslında sadece bu cümleyi yazıp bıraksam da olur, bundan sonra diyeceklerim biliyorum ki teferruat. Bir gün deselerdi ki Zooey haftalık yayınlanan bir dizide oynayacak, inanmazdım. Madem böyle bir mucize gerçekleşti, bize de keyfini çıkarmak düşer. Çoğu  insan da benim gibi düşünmüş olacak ki gününün reytinglerinde istikrarlı olarak birinci gelen, ödül süpürücüsü Glee, daha yayınlanan ilk bölümü olmasına rağmen New Girl'ün reytinglerde gerisinde kaldı.Olması gereken oldu aslında bir bakıma. Diziden de bahsedeyim biraz. Sevgilisini iş üstü yakalayan Jessica (Zooey), üç erkeğin birlikte yaşadığı bir eve taşınıyor. Bir nevi karma öğrenci evi gibi düşünebilirsiniz. Televizyon başında hüngür hüngür son yaşadığı olaya ağlayan Jess (İyice havaya girdim), ev arkadaşlarının da teşvikiyle tekrar sosyal yaşamına geri dönüyor. Geri dönmesi ile birlikte problemler yaşamaya devam ederken yeni ev arkadaşlarından destek görüyor. Arkadaşımın biri tarafından gay oldukları iddia edilen bu üç arkadaş ise gayet iyi niyetli bir şekilde bu sulu gözlü ama şirin hanfendiye yardım ediyorlar. Yirmi dakikalık bu sitcom içerik olarak fazla bir şey sunmasa da Zooey hayranları için (Olmayan beni listesinden silsin plzz) kaçınılmaz bir fırsat.

Yazarın Notu: 7/10 - Zooey olmasa tam bir hayal kırıklığı.


Diziden önce bahsetmek istediğim bir husus var. Şimdilerde moda olan yeni bir olay var: Executive producer! Lost'un finali için ettiğimiz küfürlerin boşa olmadığını Super 8 filmiyle ispatlayan J.J. Abrams, bu dizinin de "executive producer"ı. Yine ne yapmış ne etmiş dizinin bir yerlerine sayıları monte etmiş. Sayılarla alıp veremediği ne bu abimizin bu açığa çıktığında, piramitlerin uzaylılar tarafından yapıldığını da anlayacağımız gündür! Dizide, Lost dizisinden çok tanıdık olan, aynı zamanda Lost içerisinde en iyi yazılmış karakter olduğunu düşündüğüm namı değer Ben Linus, iki başrolden birini paylaşıyor. Hayatı doğrudan ya da dolaylı olarak tehlikede olan birini kurduğu akıl almaz sistem ile önceden tespit edip özel eğitimli diğer başroldeki abimiz John Reese'e iletiyor. Gerisi Kimin katil, kimin maktul olduğunu bulmak ve önüne geçmek. Bir tutam gizem, oldukça polisiye ve bir tutam da şiddet ile bezenmiş hoş bir dizi. Abrams bu dizisinde de sık sık "flashback"leri kullanıyor ve başroldeki Finch ile Reese'in geçmişinden görüntüler sunuyor. Güzel olacak bu dizi güzel. Ne diyelim sonu Lost'a benzemesin!

Yazarın Notu: 9/10 - yayında olduğu sürece izleyeceğim.


En kötüsünü en sona sakladım. Yazdıklarımdan sıkılıp okumayı bırakanlar olursa çok şey kaçırmasın istedim. Tam bir hayal kırıklığı. Türk dizisi kıvamında. Daha kötü ne diyebilirim bulamıyorum. Koskoca Buffy, the vampire slayer, her türlü şeytani güce diz çöktüren Sarah Michella Gellar bu günleri de mi görecekti... Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum şu an, keşke hep zihinlerimizdeki Buffy olarak kalsaydı... bir cinayetin görgü şahidi olan Bridget, kendisine çok benzeyen, zengin ama karman çorman bir özel hayat yaşayan ablasının yerine geçiyor. Sonra olaylar olaylar diyeceğim ama o da yok. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Yani gerisi bildiğiniz Türk dizisi. Aksiyon yok, gizem yok, fantastik bir olay yok... İkinci sezonu görmesi mucize olur. Bunu bize yapmayacaktın Buffy...

Yazarın Notu: 2/10 - oturun kuzey güney izleyin daha iyi.

Devamı olabilir.

14.9.11

Yakarış

Ben iyi değilim. Hayattan en ufak bir zevk almıyorum. Hiçbir şey beni tatmin etmiyor, her şey biraz eksik sanki. Sadece gülmek eğlenmek değil, bütün duygular vücudumu terk etmiş gibi. Her film yavan, her espri sıradan, her dram olağan geliyor. Bir süredir mutlu olmadığımın farkındaydım ama en son abimin herkesin güldüğü bir şey sırasında "sen neden gülmüyorsun" dediğinde verecek cevabımın olmadığı fark ettiğimde benim için durumun daha vahim olduğunu anladım. İşin ilginci bir tane hayatımın olduğunu, bundan en iyisini almam gerektiğinin farkında olmama rağmen hayattan alınacak iyi şeyler bulamam olsa gerek. Tamam özel hayatımda bir türlü istediğim şeyler olmuyor, aile içinde de ufak tefek problemlerim var ama bunların haricinde kendimi çok şanslı hissetmem gerektiğini de biliyorum. Görüyorum, okuyorum insanların nasıl problemleri var, nasıl da çaresizler. Ama bir şekilde o cefalı hayatlarında kısa sürelerde de olsa gözlerinden yaş gelene kadar eğlenmeyi, gülmeyi beceriyorlar. Eğlenmeyi becermenin ciddi ciddi Allah vergisi bir yetenek olduğunu düşünüyorum artık. Sonra buharlaşabilen bir yetenek olsa gerek. Etrafımdaki kişiler, hayatlar, olaylar aynıyken yaşamın tadının tuzunun kaçması başka nasıl açıklanabilir ki. Hayatımın hiçbir aşamasında mükemmeliyetçi olmadım. Masa üzerindeki dağınıklıktan rahatsız olurken bile idare etmesini becerdim. Şu anda bir his, bir duygu duymam için  mükemmeli yakalamam mı lazım bilmiyorum. Mükemmelin ne olduğunu bulmak lazım zaten öncesinde. Biliyorum insanlar depresyon diyecekler, rahat batıyor diyecekler, diyecekler de diyecekler. Ama en azından bir duyguyu insan yoğun bir şekilde yaşamaz mı ya? Ne bileyim üzülür ez azından. Şehirden uzaklaşmayı, en kötü ihtimal intihar etmeyi filan düşünür ama de mi? Yok, o da yok. Bu yazıyı üzüntümden mi, kaygımdan mı, korkumdan mı neden yayınlıyorum en ufak bir fikrim olmayacak. 

Bir şey olsun, bir duyguyu doyasıya yaşayayım, lütfen Allahım.

4.9.11

Diyalog

"Los Angelas'a taşınıyorum..." dedi.
"Orası yakınmış, daha uzağa gidemedin mi?" dedi diğeri.
Cevap vermedi.

"Bir ara kahve içelim." dedi.
"Los Angelas'ta mı?" dedi diğeri.
Cevap vermedi.

Ayrılık gibi bir şey olmuştu, birinin ağır yaralı olduğu kesindi.

 
Okuduklarınız tamamen benim yazdıklarımdır.
Okuduklarınız tamamen size kalmıştır.
yine beklerim.