26.8.13

Bugün hastanede küçük bir kız gördüm. Kolunu kırmıştı. Alçıda "kolum çabuk iyileş, okula başlıycam" yazıyordu. İşte bu hevesi nasıl oluyor da 10 yılda okuldan kaçmak için rapor almak için hastane hastane gezmek aşamasına getiriyoruz bunun cevabı aranmalı. Eğitimin sisteminin sorunu budur.

Büyüyüp büyük yerlere gel emi güzel kız.

9.8.13

Gelen yoğun talep üstüne sonunda zaman ayırabildim ve yeni yazımı yazmaya karar verdim. Ahaha yoğun dediğim de bir kişiydi aslında ama elektromanyetik teori dersinde hocamız tahtaya nokta koyup bunun yoğunluğunu hesaplayabilecek var mı dediği günden beridir her şey mümkündür benim gözümde. İmkansızlar da zaman alır de mi Fatih Hoca? Buraya bir şeyler yazmak en fazla 10 dakika mı alıyordur ama işte insanın bu 10 dakikayı ayıracak mecali de kalmayabiliyor bazen. Çok boktan bir dönemden geçiyor ülkemiz. Oturup bunlar üzerine uzun uzun yazmak lazım aslında ama bayramın hatırına ve şu anda o kadar yoğun bir yazı yazamayacağım için beni kötülemeyin.

...

Hani Ramazan da bitti, bütün ay oruç tutup bayram namazına da gitmemek olmaz deyip gidiverdim. Yılda iki kere kılındığı için nasıl kılındığını anlatmayacağım tabii ki. Beni vaaz kısmı ilgilendiriyor. Vaazı yapan hoca diyor ki bayramlarda yakınlarınızın mezarlarını ziyaret etmeyin unutmayın. Yuh! Gençliğimde (Daha yeni yaş aldım, bu konuda üstüme gelmeyin.) hatırlıyorum da hoca, peygamberimizin hayatını ve örnek davranışlarını anlatırdı. Örnek davranışları da hayatına dahil tabi, benim öyle yazdığıma bakmayın. Neyse, yani yakınlarımızın mezarlarını ziyaret etmeyi hatırlatma gereği duyacak kadar kaybolmuşuz. Dini vecizelerimizden ve örf adetlerimizden en basitlerini yapmamız için anlatılması gerekir olmuş. Bu hale nasıl geldik bilmiyorum.
Not: Pasif Çapulcuspor'luyum.

...

Nil Duru büyüdü kocaman oldu. 2 aylık ve 4.7 kilo. Artık dünyayı keşfetme ve bizi şebek etme aşamasında. Uyandığında ilgi ve kucak istediğinde ağlarmış gibi ühühü yapıp bizi ayağına getirmesinden tutun da dil çıkartıp sonra gülerek kafasına döndürmesine kadar. Dayıya dil çıkartma çok ayıp diyorum, gülüyor gyuli. Yaklaşık 1 aylıkkenki fotoğrafını twitter'da paylaştıydım, nazar değmesin diye mümkün olduğunca az fotoğrafını paylaşmamızdan ötürü oradan tekrar kontrol edebilirsiniz kendisini. Maşallah demeyi unutmayın ama.

...

Arda bu sene gelmeyecek, boşuna beklemeyin.

...

Neyse sıkıldım, kendinize iyi bakın.

18.4.13

Nasılsınız?

***

Son zamanlarda epeyce asosyal oldum. Böylesinden memnunum zira sosyal halimin çekilmez olduğuna kanaat getirdim. Sosyalliğin beraberinde getirdiği özgüven ve kendini beğenmişlik, hem kendim hem de etrafımdaki insanlar için tehlikeli hal alıyor. Bir nevi içimdeki Hulk'u açığa çıkartıyor. Bilmiyorum sizde de böyle mi? İçine kapanık ve sadece gerektiğinde iletişim kuran halim herkes için daha iyi. Niye bunları yazıyorum diye sorarsanız, cevabım biraz önce Melike'nin bloguna yazdığı son yazıyı okuyunca en son kiminle msn, Skype veya gtalk gibi bir araçla iletişim kurduğumu anımsamamamdır. Facebook, Formspring'i hiç kullanmıyor, Twitter'ı ise haftada bir zoraki kullanmaktayım. Tabi bu işin sanal sosyal kısmı ama sanal olmayan kısmı da farklı değil. Takip ettiğim diziler, filmler, belki biraz kitaplar bütün sosyal hayatım benim. Böylelikle kimse kırılmamış oluyor. Zaten insanlar da benle iletişim kurmak için can atmıyorlar, ne güzel.

Biraz depresyonda da olabilirim. Hani etrafınızdaki iyi insanlar incinmeye hatta ölmeye devam ederken hayatın anlamsızlığını, adaletsizliğini sorgular ya insan, bu aralar bana çok oluyor. Geceleri neredeyse uyumuyorum. Başka bir ülkede başka şartlarla doğmuş ve büyümüş olsaydım ne kadar farklı bir insan olurdum? Aynı şeyleri sorguluyor olur muydum? İyi insan kavramı göreceli biliyorum, her insan kendi çevresinde iyi diye nitelendirdiği bir gruba sahiptir (En azından öyle umut ediyorum.), hepsi mi inciniyor? Öyleyse sosyal medyada nasıl bu kadar mutlu ve hayatından memnun insan olabiliyor? soru hep aynı yere geliyor; mutlu olmak seçilebilinir bir şey mi? Sahte mutluluklar, esas üzüntülerden daha iyi mi?

***

Köye tapu kadastro gelmiş. Gelmez olaymış. Memlekette ne kadar insan varsa birbirine girmiş durumda. Dağ olmaya terk edilmiş dikenlerin insan boyuna ulaştığı yerler şimdi en yakın insanları, akrabaları, arkadaşları, dostları birbirine düşürdü. Bizim evde de yaklaşık bir aydır tek muhabbet bu. Annem kendi payına düşen hissesini istiyor. Hak da veriyorum çünkü annanem o ev yapılsın diye sırtında taş taşımış. Kadınların hissedar olarak görülmemesi de zaten saçmalık. Sadece ikizimi kızdırmak için güzel bir şey o kadar. Annemim yiğeni hem arsaları hem de evi kendi üstüne yapmış. Hadi anladık arsaları yaptın da annemin ve diğer dört kardeşin doğup büyüdüğü bir evi nasıl kendi üstüne yaparsın hiç mi vicdanın yok? Mahkeme yolları taştan. İşin içine para, arsa, mal mülk girdi mi insanoğlu en yakın olduğu insanları, süregelen ananeleri bile görmez oluyor. Lahitlerin içine koyulan altınların bir sonraki hayatta işe yaramadığını anladıklarında çok geç olmuş olacak.

***

Bilim-kurgu hayranı olduğumu bilmeyen yoktur herhalde. Bilim-kurgu ise hem dizi sektöründe hem de sinema sektöründe çok nadiren boy gösterir. İşte bu yoklukta Defiance diye yeni bir dizi başlamış. Uzaylılar dünyaya işgale geliyor, sonra yıllar sonra barış yapılıyor. Birçok uzaylı türü dünyada yaşamaya devam ederkenki kısımdan başlıyor dizi. Güzel kadınlar, kafası yamuk uzaylılar (Uzaylılar bir gün işgale gelirse sırf "bizim kafamız yamuk değil" diye alınganlık yaptıklarından olacak.), içten pazarlıklı dünyalılar, mekanik savaş orduları, post-apokaliptik dünya manzaraları, vurulduğunda pat diye yere düşen örümceğimsi yaratıklar, bu türden ne kadar klişe varsa var içinde işte. Bir şans vermeye değer, birkaç bölüm takip edeceğim siz de edin.

***

1,5 ay sonra dayı oluyorum. Nil Duru'nun dayısı olacağım. İsmi ilk başta içime sinmedi ama dedeler, nineler bir şey demeyince öyle bir isme karar kılmışlar. Bana sorduklarında illa iki isim olacak diye ısrar edince "hamsili ekmek" koyun demiştim. İki isme karşıyım, okula ve evde farklı isimlerle çağrılan çok kişi gördüm. Gerek yoktu. Neyse sağlıklı olsun yeter. Bir sonraki yazımda belki bir fotoğrafımızı paylaşırım, maşallah demeyi unutmayın.

***

Kendinize iyi bakın, mevsime aldanmayın, iyiliğe tutunmaktan vazgeçmeyin. SEE YA!

14.2.13

Sepet Sepet Memleket

Arşivleri açıp fotoğraflara bakarken rastladım, geçen sene Ramazan Bayram'ında gezinirken toplamıştım.




7.1.13

Büyük ikramiye hayallerinin de dahil olduğu bir takım rutinlerin eşliğinde yeni ama tıpkısı bir yıla daha girdik. Mutsuzluğun da nitelikli olduğu bir yıl için çeşitli görüşmeler ve anlaşmalar yaptım. Neyse, hayırlısı. Herhalde benim için en büyük değişiklik bir aksilik çıkmazsa dayı olacak olmam olacak. Sabırsızım ama endişelerim de yok değil bu hususta. Peşinen söyleyeyim "yaşlandın iyice yea" diyen kalbimi kırar! Ben de benim kalbimi kıranların kafasını kırıyorum, huyumdur kahretsin. Yok, "kafanı kırardım ama kıyamam" diyorum. Tabi bunun üzerine "biliyorum benden hoşlanıyorsun" cevabını almadım da değil. Sormayın uzun hikaye. Belki aşağıda bir yerde konuya girerim. Az sonra gibi oldu. Kendimim diye söylemiyorum ama benden süper dayı olurmuş gibi geliyor. Zaman ne gösterecek bakalım. 

Çoğu insanın hayatında yaptığı dört işlem kadar türev ve integral almışımdır. Hiç abartmıyorum. Fakat konu aşka ya da daha geniş açıyla sosyal zekaya geldiğinde diplerde yer bulurum. Zaten daha önce tivıtırdan da "sevmeye yeteneksizim" diyerek bunu ilan etmiştim. Çok sevdiğim insanları -ailem hariç- hep kaybettim. Mahalledeki arkadaşlarım taşındılar uzaklaştık. Okul arkadaşlarım memleketlerine döndü uzaklaştık. Birini çok sevdim teee Amerika'lara kadar gitti. Sevdiğim insanları çevremde tutamamak gibi bir beceriksizliğe sahibim. Aslında öyle çok seven bir tip de değilim. Gerçekten sevdiğim, gerçekten derken insanın zihnini bütün gün işgal eder ya öyle işte, topu topu üç kişi oldu. Bunlardan birine de onu ne kadar çok sevdiğimi söylemedim. Biliyordum ki, biliyorum ki, ben birini sevince mesafeler uzuyor, geriye hüzün kalıyor. Oysaki ben birini sadece ömür boyu sevmek değil, ömür boyu yanımda da görmek istiyorum. Ya sevmeyi bilmiyorum ya da sevmek beni bilmiyor. Zor insanım neticede. Siz hiç birinden "seni çok seviyorum" diyerek ayrılmak zorunda kaldınız mı? Ben kaldım. Birinden "sen çok seviyorum" diyerek ayrılamazsınız. Mesafe olarak ayrılmış olabilirsiniz, belki vicdanınızı da kandırabilirsiniz ama zihniniz bu ayrılığı kabullenmez. O yüzdendir ki ayrılıklar hep kötü olmak zorundadır. Zihninizi kandırabilecek ne kadar negatif şey varsa doldurmak zorundasınızdır. Evet, tecrübe konuşuyor. Evet, üç yılını bu uğurda çöpe atmış biri konuşuyor. Eğer bir ayrılık şartsa bu hüzünlü olmalıdır. Keşke olmasa ama öyle.

O değil de ben buraya güncel olaylar hakkında birkaç kelam etmek için gelmiştim, neler yazdım. Şimdi hepinizin bildiği üzere ben pastacı olamamış bir fizikçiyim. Hatta bahsi geçen cümleyi ülkemizde yazıyorsam pastacı bile olamamış biriyim olarak düzeltmeliyim. Herhalde bu ülkede bilimin ne kadar boşlanmış olduğunu, ne kadar geri olduğunu, ne kadar gereksiz görüldüğünü kırk kere yazmışımdır. Bilimden, teknolojiden sorumlu en yetkili devlet görevlisinin ağzından böyle bir cümleyi duymak beni hiç şaşırtmadı. Muhtemel karnı acıkmış ve gizli şeker hastalığı olan birinin beyanatı olarak kayıtlarda kalacak bu. Bakın aradan henüz birkaç gün geçmesine rağmen sosyal medyada unutuldu bile. Niye? Kim fizikçinin veya daha kapsamlı olarak pozitif bilimlerle uğraşan birini hakkını koruyacak ki? İnsanlar pastacı olacağına fizikçi olsun denilseydi siz o zaman görün yaygarayı. Pastaneler kepenk kapatır, eylem bile yaparlardı. Tamam ülkenin pastacılara da ihtiyacı var ama hani o sürekli ağızlarından düşürmedikleri muasır medeniyet seviyesine sadece tıkınarak çıkılmıyor. Birilerinin kafa patlatması lazım. Değil mi sayın bakan? Spor bakanı çıkıp "kulüpler futbolcu yetiştireceğine şarkıcı yetiştirsin"  dese komik olmaz mı? O da ruhun gıdası sonuçta. Komik.

O değil de şaka maka değil harbi harbi yaşlanıyorum. Artık gençlikten, gençliğin ateşlediği başkaldırıştan daha çok yolun yarısına gelmiş birinin muhtemelen hissedeceği yorgunluğu ve kabullenmişliği hissediyorum. Zaman çabuk geçiyor, genele bakınca. Özelinde çok yavaş aslında, değil mi? Artık geriye bakınca bayağı bir hüzün ve beceriksizlik birikmiş gibi. Başaramadıklarım zamana sığmıyor artık, taşıyor. Bazı şeyleri de asla başaramayacağımı kabulleniyorum. 

Epeydir buraya şarkı koymadıydım;


 
Okuduklarınız tamamen benim yazdıklarımdır.
Okuduklarınız tamamen size kalmıştır.
yine beklerim.