Ne zaman bir yerde doğal bir afet olsa bilgi kirliliği alır başını gider. Jeofizikçiler çıkar depremi anlatır, meteorologlar çıkar hava durumundan bahseder, sözlükçüler çıkar her şeyden bahseder, greenpeace’çiler çıkar doğadan bahseder. Kısacası durumun vahametinden daha beter bir durum yansır ekranlarımıza. Kimse hiçbir şey anlamaz, ama herkesin bir fikri oluşur.
Çok değil bir hafta öncesine kadar en koyu nükleer santral açılsın taraftarlarından biriydim. Artık ben de pes ettim. Bunun nedeni, nükleer enerjinin tehlikelerinden gözümün korkmuş olması değil, nükleer enerji karşıtı insanların cırlamasından bıkmamdır. Ülkemin en son karışı da su altında kalana kadar termoelektrik santral yapılsın. 2050 yılında petrol rezervleri bittiğinde at arabalarıyla yolculuk yapalım. Enerji ihtiyacını karşılayamayan, çevresinden borç elektrik alan, nükleer kavramının getireceği teknolojik atılımı yapamayan bir ülke olarak kalalım. Depremde ölen onca insana rağmen hala bir tesisin güvenliğini sağlayacak gelişimi ve özgüveni sağlayamamış olarak kalalım. Hepsi müstahak bunlara. Nükleer silahlanmadan en çok zarar görmüş ülkede -Japonya- onlarca santral varken, adamlar bunu gerekli görüp yapmışken, bu teknolojik atılım ve beraberinde getirdiği tedbirli olma gereği yüzünden binlerce hayatı depremde ölmekten kurtarmışken, biz hala ya 7 şiddetinde deprem olursa aman da amanın tartışmasını yapıyoruz. 7 şiddetindeki depremde yaptığın bir binanın, hele ki nükleer santral binasının zarar görmesinden korkuyorsan mum ışığında yaşa zaten. Ama Çernobil gibi bir örnek var geçmişimizde diye savunmuyorlar mı bir de! Soğuk savaş sırasında, sonrasında teknolojik olarak oldukça geri kalan SSCB’nin yaptığı derme çatma bir tesisti o. Adamlar patlamadan yaklaşık bir hafta sonra, iş işten geçtikten sonra dünyayı haberdar ettiler üstelik. Rize’den alınan toprak örneğinden yıllar sonra bile nasıl şakır şakır beta sayıldığını gören hocam bile nükleer enerji santrali için en çok çabalayanların başındaydı. O da hiçbir şey bilmiyor zaten de mi? Buharlaştırma yöntemiyle aktif hala getirilmiş Co ile yaptığımız 2 saatlik deney sonrası eve geldiğimizde nasıl başımızın ağırdığını da katın işin içine. Ben de bir şey bilmiyorum.
Madem bu yazıyı yazıyorum nükleer santral nedir, ne değildir, nasıl çalışır, ne işe yarar bunlardan da bahsedeyim diye düşündüm. Bir şey eksik kalmasın diye de nükleer fizik dersinde kullandığım defterdeki notlarıma da bakayım dedim (Hayatınızda görmek isteyeceğiniz en son defter olabilir.). Açtığım ilk sayfadaki başlık “Reactor Physics”. Üstüne de tarih atmışım 03/05/2007. Tam Beytepe’nin en güzel olduğu zamanlar. Yanlış hatırlamıyorsam o sene de şenlikler erkene çekilerek bu vakitlerde yapılmıştı. Dışarıda millet kamikazeye biniyor, basketbol turnuvasında mücadele ediyor, ben ise o köhne sınıfta bu tarihi not etmişim. Neticesinde 100’den fazla kişi o dersi geçmek için yaz okulunda Eskişehir’e gitmişti zaten (Eheh bana gerek kalmamıştı.). Neyse.
“Abi Uranyum var işte, enerji üretiliyor çok tehlikeli”den daha fazlasını bilmeliyiz diye düşünmekteyim. U(235), U(233) ve Pu(239), nükleer enerjinin başlıca yakıt malzemeleridir. Bunlar kararsızdır, dolayısıyla nötron ile bombardıman edildiğinde fisyona -bölünme- uğrarlar ve çok fazla enerjinin açığa çıkmasına neden olurlar. Burada bahsettiğimiz enerji fisyon başına MeV mertebesindedir (200 Mev = 3,2 x 10^-11 J). 1,1 g U(235) ile 1 MW günlük enerji ihtiyacı karşılanabilmektedir. Büyüklükleri karşılaştırmak amaçlı örnek de yazayım. Bir kibrit çöpünden çıkan enerji miktarı 1 kJ’dur. Saniyede milyarlarca, trilyonlarca fisyon gerçekleşmektedir. Yakıtın -U(235)- konduğu çekirdek 20 cm kalınlığında çeliklerle örülüdür. Soğutma amaçlı su dolandırılır ve suyun buhar enerjisi aslında amaçlanandır. Nükleer enerji sadece bir araçtır! U(235)’in fisyona uğraması için gelen nötronun enerjisinin olmasına gerek yoktur. Enerjisiz bir nötron da fisyona sebep olabilir. Fisyon sonrasında ikincil (Üçüncül, dördüncül…) nötronlar oluşur. Bunlar da fisyona sebep olabilir. Dolayısıyla sistemden çıkan nötron sayısı oluşan ikincil nötronlardan az ise sistemde sürekli enerji artışı olur (Bkz: Fukuşima Nükleer Tesisleri). Ortam çoğaltma katsayısı -k- dediğimiz bir niceliğin formülü ile bir reaktörün durumu belirlenir. Üretilen (n+1). jenerasyon nötronlar / soğurulan n. jenerasyon nötronlar oranıdır k. k<1 kritik olmayan, k=1 kritik ve k>1 süper kritik olarak adlandırılır. Sürekli enerji artışının önüne geçmek için Bor madeninden (Dünyada en çok Türkiye’de bulunan madendir kendisi.) üretilmiş kontrol çubukları kullanılır. Bor, nötronlarla tepkimeye girerek Li(7) ve He(4) oluştururlar. U(235)’e çarpacak nötron sayısını kontrol eder basitçe. Ayrıca soğutma suyundaki ısı yalıtımı için de Bor kullanılır. Fukuşima’da olan olay, deprem sonrası sistemin kendini kapatması ve tsunami sonrasında nötron kontrolünün yapılamamasıdır. “Eee sistem kapalı nasıl çalışıyor bu hala?” diye sormak akıllara geliyor haliyle ama cevabını yukarıda yazdım. Fisyon için nötronun enerjisinin olmasına bile gerek yoktur. Sistemde var olan nötronlar kontrol edilemezse sürekli bir enerji artışı olacaktır. Bu enerji artmaya devam ederse zamanla 20 cm kalınlığındaki çelikleri eritecek noktaya gelebilir. O zaman haftanın moda sözü olan “meltdown” olayı gerçekleşir. Bu hiç istemeyeceğiniz türden bir şeydir, geçmiş olsundur. Anlaşılacağı üzere olay okyanus suyuyla soğutmaktan daha öte bir şeydir.
“Fukuşima 50” denilen oradaki 50 bilim adamının hakları asla ödenemez.(71: Into the Fire'ya fena selam çakılıyor burada.)
Alınan radyasyon miktarı Sievert ile ölçeklendirilir. Ölümle sonuçlanması için en az 2000 mSv radyasyona maruz kalmak gerekir. Fukuşima'da ölçülen radyasyon miktarı saatte 2-8 mSv arasındadır. Çernobil'de bu miktar saatte 10bin - 300bin mSv arasındaydı. Şöyle ölçeklendireyim; bir muzdan 0.0001 mSv, beyin tomografisinden 0,8-5 mSv radyasyona maruz kalırız. Günde 1,5 paket sigara içen biri yılda 13 mSv radyasyona maruz kalmış olur.
Bir şeye karşı tedbirli olmanın en iyi yolu ondan korkmak değil, onu kontrol edenin sen olduğundan emin olmaktır. Bilimsel ve enerji amaçlı kullanılacak bir nükleer tesis hayallerimizin çok daha üzerinde bir teknolojik gelişmeye neden olacaktır. Yok ama yapılmasın, daha fazla cırlama çekemeyeceğim. Yarın gidip köprüden sarkarak protesto edelim hatta. Yeşil tişört de giymeyeli epeyi olmuştu hem. Ya da oturduğumuz yerden “seninki kaç santimetre”vari kampanya yapıp doğayı mı korusak? Kararsız kaldım
0 yorum:
Yorum Gönder