Bir sabah uyandığınızda birkaç senedir icra ettiğiniz mesleği yapmak için kendinizi motive etmekte zorlanırken bulursunuz. Aynı sabahı binlerce kez yaşamışsınızdır, ama o sabah artık pes etmişliği gözünüzün kenarındaki çapaklara kadar hissedersiniz. Belki insanların yaptıklarınıza, yazdıklarınıza veya yapmadıklarınıza karşı olan vurdumduymazlığı, belki de etrafınızda gördüğünüz, sizin hobilerinizi meslek edinip bundan para kazanan insanların verdiği haset ve kahır bunun sebebidir.
O sabah uyandıktan sonra birkaç dakika gözünüzü kırpmadan ya da kırptığınızı fark etmeden sabit bir noktaya bakarsınız. Muhtemelen de pencereden dışarıya. Bir şey düşünmezsiniz, eğer bakmak görmek sayılmıyorsa tabi. Aslında hayat fludur. Tam o sırada anneniz gelip oğlum/kızım işe geç kalacaksın diyerek hayatı çok net bir hale getirir; para kazanmak zorundasındır.
Para kazanma motivasyonuyla bir insan kaç gün daha böyle bir sabaha katlanabilir ki? İnsanlar sevdikleri mesleklerden niye soğutulur ki?
Baştan uyarayım bu yazı ağır içerik bilgisi barındıracak. İçerik bilgisi var diye yazıyı okumamazlık yaparsanız da ağır alınırım =)
Choose Life. Choose a job. Choose a career. Choose a family. Choose a fucking big television, choose washing machines, cars, compact disc players and electrical tin openers. Choose good health, low cholesterol, and dental insurance. Choose fixed interest mortgage repayments. Choose a starter home. Choose your friends. Choose leisurewear and matching luggage. Choose a three-piece suit on hire purchase in a range of fucking fabrics. Choose DIY and wondering who the fuck you are on Sunday morning. Choose sitting on that couch watching mind-numbing, spirit-crushing game shows, stuffing fucking junk food into your mouth. Choose rotting away at the end of it all, pissing your last in a miserable home, nothing more than an embarrassment to the selfish, fucked up brats you spawned to replace yourselves. Choose your future. Choose life... But why would I want to do a thing like that? I chose not to choose life. I chose somethin' else. And the reasons? There are no reasons. Who needs reasons when you've got heroin?
İnsanoğlu açgözlü. Nasıl bir inek doyduğunu ya da bir at yorulduğunu anlamaz ve çatlayana kadar bunları yapmaktan kendini alıkoyamazsa insanın da gözü doymaz. Araban mı var, aynı işi görecek daha modernini istersin. Akşam yemeğinde üç çeşit yemek mi yiyorsun, fazla geleceğini, çöpe döküleceğini bilir ama yine de dört çeşit istersin. Paran mı var, trilyonluk servetine bir milyon daha katmak için kravatına kadar kuşanır o ihaleden bu ihaleye koşarsın. Güzel/Yakışıklı bir sevgilin mi var, daha güzelini/yakışıklısını buldun mu arkana dönüp bakmazsın bile.
Üstelik tüm bunları yaparken doğruyu yaptığımızı sanırız. Fight Club filminin onlarca güzel cümlesinden iki tanesi var ki diğerlerinden ayrılıyor, başka bir kategoriye giriyor. Farklı anlarda geçmelerine rağmen aynı şeyleri anlatıyorlar aslında.
It's only after we've lost everything that we're free to do anything.
The things you own end up owning you.
Nesnelere karşı olan doyumsuzluğumuz aslında bizim hayatımızın özeti. Çoğumuz için de ne yazık ki hayatın anlamı. Hayatın anlamını uzaklarda aramaya gerek yok, aynı evde üç adet televizyon barındıran biri için cevap çok basittir. Eşya, eşya, daha fazla eşya.
İnto the Wild filmini izleyenler hatırlayacaktır, iyi kötü arabası varken hediye olarak daha iyi bir araba hediye eden ebeveynlerini geri çevirmişti. Daha sonradan da sırt çantasını alıp tüm eşyalardan ve insanlardan uzak özgürlüğü bulmaya çıkmıştı. Alaska’ya kadar gitmiş ve mutlak özgürlüğün ne olduğunu hepimize göstermişti. Ama ölmeden hemen önce fark ettiği bir şey vardı ki hayatın nasıl ikilem üzerine kurulu olduğunu özetliyordu. Mutluluk paylaşıldığında vardı! Bir tarafta mutlak özgürlük, diğer tarafta mutluluk. Sahip olduğumuz her şey bizi mutlu yapmak içinken, özgürlüğümüzden fedakarlık yapıyoruz aslında. Daha iyi vakit geçirmek için daha büyük ekran televizyon alıyoruz ama sonuç olarak televizyon başında daha fazla zaman geçiriyoruz.
Asıl sormak istediğim soruya gelirsek; bir kuşa özgürlük kanatlar ile verilmişken, bir insan için özgürlük vaadi ne olabilir ki?
The truth is that I'm a bad person. But, that's gonna change - I'm going to change. This is the last of that sort of thing. Now I'm cleaning up and I'm moving on, going straight and choosing life. I'm looking forward to it already. I'm gonna be just like you. The job, the family, the fucking big television. The washing machine, the car, the compact disc and electric tin opener, good health, low cholesterol, dental insurance, mortgage, starter home, leisure wear, luggage, three piece suite, DIY, game shows, junk food, children, walks in the park, nine to five, good at golf, washing the car, choice of sweaters, family Christmas, indexed pension, tax exemption, clearing gutters, getting by, looking ahead, the day you die. [Trainspotting]
You think you have to want
more than you need
until you have it all you won't be free.
Alıntıları orijinal halleri daha anlamlı geldiği için bilerek İngilizce bıraktım. İsteyen, yok ben İngilizce anlamam diyen varsa kendisini buraya alalım.
Hayatınızı düzene sokmak istiyorsanız hapishaneler tam aradığınız şey.
Hapishane sonrası başınıza gelecek üç farklı seçenek vardır. Birincisi; girmeden önce olduğunuz kişi her kimse yerini çok daha ılımlı, muhtemelen daha dindar ve daha farkında biri alır. Bunun en meşhur örneği ırkçı olan ve siyahi birini öldürüp içeriye giren Derik'in (Edward Norton), hapishaneden çıktıktan sonra kardeşinin de aynı batağa düşmemesi için çabalamasını anlatan American History X filmidir. Yine Cemetery Junction filmindeki Tom'un içinde ansızın beliren baba sevgisi buna güzel bir örnektir. The Fighter böyle bir etkiye maruz kalan birinin hayatının anlatıldığı son izlediğim filmdi. İkincisi; ne kadar suçsuz olarak içeriye girseniz ve ne kadar ezik olursanız hapishaneden mafya patronu ya da dünyanın en sinsi insanı olarak çıkma olasılığınız artar. Bunun en bilinen örneği elbette ki Esaretin Bedeli'dir. Andy'nin hapishanedeki ilk yıllarındaki ezikliğini düşünün, çıktığında olduğu kişiyi düşünün. Hapishane belli ki çok yarıyor. Üçüncüsü; hapishanede yarı tanrı olursunuz. Çıktığınızda önünüze geleni yere serer, mermilerden kaçar, polisleri kolaylıkla atlatır, intikamınızı alırken kimse önünüzde duramaz. Bilinen en büyük film klişelerinden biridir zaten bu. Şişmanın en erken ölmesi gibi. Bununla ilgili en son izlediğim film Faster'dı mesela. Abisinin intikamını almak için liste hazırlayan çok kaslı kahramanımız Driver, sokakları kan gölüne çevirirken polisleri de atlatmayı başarıyordu. Yine Blood and Bone bu kategoride çıkan son filmlerden biriydi.
Ve de en önemlisi, şehrin en güzel kızı size aşık olmak için bekliyor olacaktır!
Tüm bunlara istisna oluşturacak bir örneği barındıran Hable Con Ella filminden bir şarkı ile de bu yazıyı bitireyim.
Çoğu erkek çocuk gibi astronot olmak için yola çıkıp, soluğu ekmeğinin peşinde alan halktan biri. Bilimin ucundan kıyısından tutunmaya çalışırım bazen de.
Bir anlık heves ile açtım burayı. Sırtımda yük olduğunu düşündüğüm an kapatabilirim, o yüzden bir gün ansızın açılmazsa korkmayın. Ya ben kapatmışımdır ya da adam akıllı yasaklanmıştır site. Ben sürekli yazarım, arada da yayınlarım. Okursanız mutlu olurum, yorum yazarsanız belki daha mutlu olurum.
Fazla popüler olmasından mütevellit çok isteye isteye izlemediğim bir film oldu. İzledikten sonra bu filmin 4 adet Oscar almış olmasına çok şaşırdım. Bu yıl içinde en az 10 tane bundan daha güzel film izlemişimdir. "Ya çok güzeldi!" diyenler bir de Everlasting Moments'ı izlesin. Konu olarak farklı olsa da çekim şekli ve filmin ilerleyişi bakımından birbirine çok benzer filmler. Everlasting Moments bundan, abartısız, daha iyi. Hayır Oscar kazanmasını gerektirecek "ırkçı gönderme" veya "yahudi soykırımı" sahneleri ha geldi gelecek derken film bitti. Birkaç Nazi ve Führer sahnesi bile Oscar'ı almasına yetmiş olmalı. Diyeceğim ki 1930'lu yılları çok iyi yansıtmışlar, hayır efenim fonda sisten başka bir şey gözükmüyor! O da yok. İngilizler, Fransızlar Krallarını ve Kralcılığı çok severler ondandır, başka açıklama getiremiyorum. Neticede Cumhurbaşkanı'nın tivit yazmasını gerektirecek kadar mühim bir film beklerken sıradan bir film izledim. Filmin en güzel yanı, aşkı için krallıktan vazgeçecek kadar salak ingilizlerin de olduğunu görmekti.
müzik köşesi
Whitesnake - Here i go again
http://www.divshare.com/download/13873292-942
80'lerin müziklerini sevdiğimi artık hepiniz biliyorsunuz, tekrar tekrar yazmayacağım. Bunların başında ise Whitesnake gelir. Şarkılarındaki düşmeyen tempo ve sözlerinde işlenmiş incelikler yüzünden bu grubu, benim standartlarıma göre yüksek sesli müzikler yapsalar da çok severim. Geçenlerde "old school" filmini tekrar izlerken daha önce nasıl fark etmediğimi anlamadığım bir şekilde, filmin orijinal şarkısının bu şarkı olduğunu gördüm. filmin en dramatik yerinde ve filmin sonunda olmak üzere üstelik iki kere çalıyor. the big lebowski ile the hangover'dan sonra en komik filmler sıralamasında üçüncü sırada yer alan bu film, sadece bu şarkıla da kalmayıp tüm zamanların en iyi soundtrack albümlerinden birini sunuyor. tam bir film ve şarkı ziyafeti, izleyin işte tekrar tekrar.
"i don't know where i'm going but, i sure know where i've been hanging on the promises in the songs of yesterday"
kısmıyla zaten nasıl bir şarkı olduğunu anlamak zor değil.
kitap köşesi
Edgar Allan Poe - Bütün Öyküleri I
Edgar Allan Poe hep okumak istediğim/isteyeceğim bir yazar. Yaklaşık 40 yıllık yaşamında, 200 yıla sığmayacak kadar çok şeyi yazmış. Hayalgücü'ne de hep tapmışımdır zaten. İşte Dost Kitabevi'nden çıkan bu kitap, bir üçlemenin ilk ayağı. 400 sayfaya yakın kalınlığa ise 27 adet kısa hikaye sıkıştırılmış. Hepsi birbirinden güzel olan bu hikayelerin Türkçe çevirilerini de kendi çapımda çok başarılı buldum. Daha ilk sayfada karşıma çıkan ve beni neyin beklediği konusunda ipuçlarını veren güzel bir alıntıyı paylaşmak istiyorum.
"ne demeure qu'une seul fois dans un corps sensible. ainsi un cheval, un chien, un homme meme, n'est que la ressemlance illussoire de ces etres"("Ruh bir bedende ancak bir defa bulunur. Bu yüzden bir at, bir köpek ve hatta bir insan bu varlıklara yanıltıcı bir benzerlikten başka bir şey değildir")