25.4.11

Geleneksel Hayat Tespitleri #8 - Anlamı Olmayan Sabah

Bir sabah uyandığınızda birkaç senedir icra ettiğiniz mesleği yapmak için kendinizi motive etmekte zorlanırken bulursunuz. Aynı sabahı binlerce kez yaşamışsınızdır, ama o sabah artık pes etmişliği gözünüzün kenarındaki çapaklara kadar hissedersiniz. Belki insanların yaptıklarınıza, yazdıklarınıza veya yapmadıklarınıza karşı olan vurdumduymazlığı, belki de etrafınızda gördüğünüz, sizin hobilerinizi meslek edinip bundan para kazanan insanların verdiği haset ve kahır bunun sebebidir.

O sabah uyandıktan sonra birkaç dakika gözünüzü kırpmadan ya da kırptığınızı fark etmeden sabit bir noktaya bakarsınız. Muhtemelen de pencereden dışarıya. Bir şey düşünmezsiniz, eğer bakmak görmek sayılmıyorsa tabi. Aslında hayat fludur. Tam o sırada anneniz gelip oğlum/kızım işe geç kalacaksın diyerek hayatı çok net bir hale getirir; para kazanmak zorundasındır.

Para kazanma motivasyonuyla bir insan kaç gün daha böyle bir sabaha katlanabilir ki? İnsanlar sevdikleri mesleklerden niye soğutulur ki?

14.4.11

Özgürlük - Mutluluk İkilemi

Baştan uyarayım bu yazı ağır içerik bilgisi barındıracak. İçerik bilgisi var diye yazıyı okumamazlık yaparsanız da ağır alınırım =)

Choose Life. Choose a job. Choose a career. Choose a family. Choose a fucking big television, choose washing machines, cars, compact disc players and electrical tin openers. Choose good health, low cholesterol, and dental insurance. Choose fixed interest mortgage repayments. Choose a starter home. Choose your friends. Choose leisurewear and matching luggage. Choose a three-piece suit on hire purchase in a range of fucking fabrics. Choose DIY and wondering who the fuck you are on Sunday morning. Choose sitting on that couch watching mind-numbing, spirit-crushing game shows, stuffing fucking junk food into your mouth. Choose rotting away at the end of it all, pissing your last in a miserable home, nothing more than an embarrassment to the selfish, fucked up brats you spawned to replace yourselves. Choose your future. Choose life... But why would I want to do a thing like that? I chose not to choose life. I chose somethin' else. And the reasons? There are no reasons. Who needs reasons when you've got heroin?

İnsanoğlu açgözlü. Nasıl bir inek doyduğunu ya da bir at yorulduğunu anlamaz ve çatlayana kadar bunları yapmaktan kendini alıkoyamazsa insanın da gözü doymaz. Araban mı var, aynı işi görecek daha modernini istersin. Akşam yemeğinde üç çeşit yemek mi yiyorsun, fazla geleceğini, çöpe döküleceğini bilir ama yine de dört çeşit istersin. Paran mı var, trilyonluk servetine bir milyon daha katmak için kravatına kadar kuşanır o ihaleden bu ihaleye koşarsın. Güzel/Yakışıklı bir sevgilin mi var, daha güzelini/yakışıklısını buldun mu arkana dönüp bakmazsın bile.

Üstelik tüm bunları yaparken doğruyu yaptığımızı sanırız. Fight Club filminin onlarca güzel cümlesinden iki tanesi var ki diğerlerinden ayrılıyor, başka bir kategoriye giriyor. Farklı anlarda geçmelerine rağmen aynı şeyleri anlatıyorlar aslında.

It's only after we've lost everything that we're free to do anything.
The things you own end up owning you.

Nesnelere karşı olan doyumsuzluğumuz aslında bizim hayatımızın özeti. Çoğumuz için de ne yazık ki hayatın anlamı. Hayatın anlamını uzaklarda aramaya gerek yok, aynı evde üç adet televizyon barındıran biri için cevap çok basittir. Eşya, eşya, daha fazla eşya.

İnto the Wild filmini izleyenler hatırlayacaktır, iyi kötü arabası varken hediye olarak daha iyi bir araba hediye eden ebeveynlerini geri çevirmişti. Daha sonradan da sırt çantasını alıp tüm eşyalardan ve insanlardan uzak özgürlüğü bulmaya çıkmıştı. Alaska’ya kadar gitmiş ve mutlak özgürlüğün ne olduğunu hepimize göstermişti. Ama ölmeden hemen önce fark ettiği bir şey vardı ki hayatın nasıl ikilem üzerine kurulu olduğunu özetliyordu. Mutluluk paylaşıldığında vardı! Bir tarafta mutlak özgürlük, diğer tarafta mutluluk. Sahip olduğumuz her şey bizi mutlu yapmak içinken, özgürlüğümüzden fedakarlık yapıyoruz aslında. Daha iyi vakit geçirmek için daha büyük ekran televizyon alıyoruz ama sonuç olarak televizyon başında daha fazla zaman geçiriyoruz.

Asıl sormak istediğim soruya gelirsek; bir kuşa özgürlük kanatlar ile verilmişken, bir insan için özgürlük vaadi ne olabilir ki?

The truth is that I'm a bad person. But, that's gonna change - I'm going to change. This is the last of that sort of thing. Now I'm cleaning up and I'm moving on, going straight and choosing life. I'm looking forward to it already. I'm gonna be just like you. The job, the family, the fucking big television. The washing machine, the car, the compact disc and electric tin opener, good health, low cholesterol, dental insurance, mortgage, starter home, leisure wear, luggage, three piece suite, DIY, game shows, junk food, children, walks in the park, nine to five, good at golf, washing the car, choice of sweaters, family Christmas, indexed pension, tax exemption, clearing gutters, getting by, looking ahead, the day you die. [Trainspotting]


You think you have to want
more than you need
until you have it all you won't be free.

Alıntıları orijinal halleri daha anlamlı geldiği için bilerek İngilizce bıraktım. İsteyen, yok ben İngilizce anlamam diyen varsa kendisini buraya alalım.

5.4.11

Filmlerin Öğrettikleri - #1

Hayatınızı düzene sokmak istiyorsanız hapishaneler tam aradığınız şey.

Hapishane sonrası başınıza gelecek üç farklı seçenek vardır. Birincisi; girmeden önce olduğunuz kişi her kimse yerini çok daha ılımlı, muhtemelen daha dindar ve daha farkında biri alır. Bunun en meşhur örneği ırkçı olan ve siyahi birini öldürüp içeriye giren Derik'in (Edward Norton), hapishaneden çıktıktan sonra kardeşinin de aynı batağa düşmemesi için çabalamasını anlatan American History X filmidir. Yine Cemetery Junction filmindeki Tom'un içinde ansızın beliren baba sevgisi buna güzel bir örnektir. The Fighter böyle bir etkiye maruz kalan birinin hayatının anlatıldığı son izlediğim filmdi. İkincisi; ne kadar suçsuz olarak içeriye girseniz ve ne kadar ezik olursanız hapishaneden mafya patronu ya da dünyanın en sinsi insanı olarak çıkma olasılığınız artar. Bunun en bilinen örneği elbette ki Esaretin Bedeli'dir. Andy'nin hapishanedeki ilk yıllarındaki ezikliğini düşünün, çıktığında olduğu kişiyi düşünün. Hapishane belli ki çok yarıyor. Üçüncüsü; hapishanede yarı tanrı olursunuz. Çıktığınızda önünüze geleni yere serer, mermilerden kaçar, polisleri kolaylıkla atlatır, intikamınızı alırken kimse önünüzde duramaz. Bilinen en büyük film klişelerinden biridir zaten bu. Şişmanın en erken ölmesi gibi. Bununla ilgili en son izlediğim film Faster'dı mesela. Abisinin intikamını almak için liste hazırlayan çok kaslı kahramanımız Driver, sokakları kan gölüne çevirirken polisleri de atlatmayı başarıyordu. Yine Blood and Bone bu kategoride çıkan son filmlerden biriydi.

Ve de en önemlisi, şehrin en güzel kızı size aşık olmak için bekliyor olacaktır!

Tüm bunlara istisna oluşturacak bir örneği barındıran Hable Con Ella filminden bir şarkı ile de bu yazıyı bitireyim. 
 
Okuduklarınız tamamen benim yazdıklarımdır.
Okuduklarınız tamamen size kalmıştır.
yine beklerim.