6.10.10

Gittim, Gördüm, Geldim


Önsöz

İnsanların hobileri vardır. Bunlar üzerine hayalleri vardır. Hayaller ayağının dibine geldiğinde yapılan planlar vardır. Planlar gerçekleşirken aksilik çıktığında, paraşütü açılmayan bir paraşütçünün dramını aratmayacak hayal kırıklıkları vardır. Yapıldığında ise hayata dair ufak mutluluk kırıntıları vardır. İşte, bayramdan yaklaşık bir hafta sonra, şimdi anlıyorum ki yazdan kalma son günlerin birinde(“Evvel zaman içinde” demek isterdim ama zamandan evvelinin olmadığını ve zaman-mekanın aynı anda, birlikte yürüdüğünü öğrenmiştim. Burada size genel göreliliği anlatmayacağım merak etmeyin; sadece masalımsı bir tarih olamayacak kadar pesimisttir zaman, onu demek istedim.), ben de hobi - hayal - plan - ufak mutluluk zincirini eksiksiz tamamladım.

Bölüm 1 - Gidiş

Beypazarı’nın bir köyü olan Karaşar’a araba olmadan gitmenin(çadırın dibine arabayı dayadıktan sonra kamp yapmanın ne kadar mantıksız olduğunu hayal edebilirsiniz) tek yolu cuma ve pazartesi günleri Karaşarlılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin önünden kalkan servisler. Dernek Cebeci dolaylarında olup, burayla ilgilen kişi yaşlıca bir amcadır. Bilgi edinmek için ilk gittiğimizde “Biz Eğriova’ya gitmek istiyoruz da, hakkında birkaç soru sorabilir miyiz?” dediğimizde, bizi “ne soracaksınız?” diyerek mat etmişliği de var. İnsan, soruları cevap durumuna düştüğünde hiçbir bilgi edinemiyormuş, öğrenmiş olduk. Neyse, Beypazarı’nda 1 saat mola verdikten sonra 30 kilometre daha devam edip Karaşar köyüne ulaştık. Ufacık 3 bakkalın olduğu, pazar meydanı denilen yerin evlerinizden daha geniş olmadığı, kedilerin köpekleri kovaladığı ufak ve garip bir köy. Neyse ki köyde işimiz yoktu. İlk aşama olarak köyden 7 kilometre uzakta olan Çukurören yaylasına ve göletine “benzin parasına götürürüm” diyen abinin vasıtasıyla ulaştık. Aslında planımız direkt Eğiova’ya gitmekti ama haftasonu için bize katılacak 2 kişi için böyle oldu.

Bölüm 2 – Haftasonu Çukurören’deyiz

Yayla evlerinin olduğu, yazdan kalan son yayla insanlarının günlerini geçirdiği, çadır kurulacak düzlük bulanamayacak kadar sık ağaçlık bir yer. “Ayı su içmek için gölete gelir, dikkat edin” ve “insan olan yere ayı gelir mi hiç!?” diyen iki ayrı grup insan vardı. İkincisine inanmayı kim istemez ki?! Dediğim iki kişinin de katılmasıyla iyice coşku kazanan eğlencemiz balık tutmak üzerine kuruldu. “Eskiden çok balık vardı, artık pek çıkmıyor” denilen bir gölet olmasa gerek. Bura için de bu söz konusuydu. Ama azmeden balıkçı aç kalmazmış. Yani bizim balık yiyeceğimiz de yok da, gelen iki kişi giderken eve götürsün diye uğraştık. Kamp yapmak hobi ise, balık tutmak alt küme hobisi mi oluyor bu durumda? Neyse, küme teoremine girmeyelim, evrensel kümenin sürekli büyüdüğüne inanalım. Günün büyük bir bölümü uğraştıktan sonra, tuttuğumuz tek balığın biz uyurken oltaya yakalanması ise hayatın bir oyunu olmalı! Yok, hayatın daha büyük oyunları var, kandırdım “hihihi”(Sheldon gülüşü). Kampta sabahın altısında olta toplamak için kalkmaktan daha kötü ne olabilir ki? Varmış, sonra öğrendim. Akşama doğru iki misafirimizi yolcu ettikten sonra, günün geri kalanını ertesi günkü Eğriova’ya gitme planlarımızı gözden geçirmekle ve tıkınmakla geçirdik.

Bölüm 3 – Eğriova’ya Yolculuk

Güya erken kalkıp, çadırımızı ve eşyalarımızı toplayıp güneş ışınları bizi kızartmadan önce yol alacaktık! Dört duvar arasında uyumayınca insanın uyudukça uyuyası geliyor. Açık hava sadece iştahı açmakla kalmıyor, uykuyu da açıyor. Yola çıktığımızda saat 10’u biraz geçmişti. Çukurören – Eğriova arası yaklaşık 10 kilometre ve evet biz o yolu yürümeyi göze almıştık. Sonuçta millet bavulla para veriyor trekking yapacağım diye, biz beleş bulmuşken yapalım dedik. Çamların arasından kıvrılarak uzanan bir yolda yürümek başlı başına hobi olsa gerek. Ama hesaplamadığımız bir şey vardı, yol boyunca suyun olmaması! Normalde her yerden şarıl şarıl su akması gerekirken, akar sularda yazdan kalma bir yorgunluk söz konusuydu. Akmıyorlardı. Yolu yarılamışken imdadımıza bir kamyon yetişti. Yolun geri kalan yarısını askerden yeni geldiğini iddia eden ve başta kısa dönemlerden nasıl nefret ettiği olmak üzere askerlik anılarını anlatan gençten birinin kamyonuyla kat ettik. İnince keşke yürüseymişiz demedik değil. İşin trajik tarafı, biz kamyona bindikten birkaç metre sonra suyun olmasıydı. Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmişiz aslında.

Bölüm 4 – Eğriova

Toprak kayması sonucu cennetin bir parçası dünyaya düşmüş olsaydı burası kesinlikle Eğriova olurdu. Göz alabildiğine uzanan, mavinin en güzel tonlarından yaratılmış, kıyısına taşıdığı çiçeklerle büyüleyen bir gölet. 20 metreden uzun çamları ile oksijenden bir yayla. Milli park kapsamına alınmış bir yer zaten. Bu doğal güzelliği bozan tek şey ise doğal yaşam ortamı bu olmayan insanların bıraktığı çöplerdi. Bu kadar güzel bir yer, böyle insanların doğal yaşam alanı olmamalı zaten. Göletin karşısında olan göl evinde oturmaktan başka bir iş yapmayan ormancılar da bir adet bile çöp bidonu koymayarak buna çanak tutuyorlar zaten. Çöp bidonu koyduktan sonra onları bir de toplamak filan lazım, kim uğraşsın değil mi?.. Neyse, ormancı mevzuu şikayet edilecek boyutta orada, buraya taşımayalım. Biz de orada kamp yapma şansını yakaladık işte geri kalan günlerimizde. Bizi bekleyen sürpriz ise göz alabildiğine uzanan göletin bittiği yerde at çiftliğinin olmasıydı. Yayla o kadar büyük ki devamında bir adet çiftliği barındırıyor. Böyle bir çiftliği görmek gerçekten çok değişik bir deneyimdi. Hipodromda koşan ya da mahallenin sütçü amcasının yükünü çektirdiği atlar haricinde hemen hemen doğal ortamında olan atları görmek ve fotoğraflamak hiçbir zaman planlarınız arasında yoktur sonuçta. Kampın en enteresan olayı ise son gece oldu. Daha önce ayı hakkındaki görüşleri için ikiye ayırdığım insanlardan ilki haklı çıktı. Sabaha doğru bir insanın suya atlamasından çıkan sesten daha fazlaca bir desibel’deki “slash!” sesiyle uyandım. Ayılar gölete sadece su içmek için gelmiyor, hazır gelmişken balık da tutayım derdine düşüyorlarmış. Devamında ise çadırdan en fazla birkaç metre uzakta birkaç kez böğürdü. İşin ilginç tarafı ormanda çıt ses olmamasına rağmen ayının bir tek adım sesini bile duymadık. Bazı hayvanlar cidden çok sessiz yürüyor. Çadırın içinde ses etmeden geçen yaklaşık 10 dakika bir yıla filan bedeldi. Ayı bu, ne yapacağı belli. İnsanlar gibi değil. Bir ara fotoğraf çekmek için yeltensek de ayının gözüne flaş patlatmak pek iyi bir fikir gelmedi o an. İnsanların hayatında, ne kadar o anı fotoğraf ile ölümsüzleştirmek istese de bunu yap(a)madığı anlar vardır. İşte alın size bir örnek, sağlamasını bile yaptım.

Bölüm 5 – Dönüş Yolu

En büyük sürprizlerden biri de dönüş yolundaydı. Bu sefer günlerin getirdiği yorgunluktan da olsa gerek yürümeye hiç yeltenmedik. Direkt bizi Karaşar’a götürecek bir araba için bekledik. Bindiğimiz araba sırtında rahat bir 20 ton kereste taşıyan bir tırdı. Ama bildiğiniz tırlardan değildi. Gençten bir şoför kullanıyordu. Tırına ayakkabıyla kimseyi bindirmiyormuş, güya, tırın için toz oluyormuş. Kendi de ayağında çorapla tır sürüyor zaten. Sırtında 20 ton olan tır diyorum bakın! Tırın içinde ıslak mendilinden araba parfümüne kadar her şey mevcuttu. Yolun ortasında taktığı, araba çakmağından çalışan mp3 çalarından yayılan ilk müzik ise Evanescence ve my immortal olduğunda biz artık pes ettik garipsemekten. Devamında Göksel’den Beyonce’a kadar bir sürü güzel müzik çaldı. Neyse, Yaklaşık 17 kilometreyi 1 saatte gittik. Yürümekten iyi miydi emin değilim ama. Her virajdan sonra tır şoförlerine olan saygım arttı. Onların yaptığı araba kullanmaksa, bizimki ne?! Karaşar’dan ise bizi arkadaşın ailesi arabayla aldı. Geri dönüş yolu gayet hızlı ve huzurluydu.

Sonuç

Biraz korktuğumuz, biraz garip şeylere tanık olduğumuz ama  fazlasıyla eğlendiğimiz bir kamp oldu. A Takımı’ndan bir replik ile bitireceğim bu yazıyı. “Planların yolunda gitmesine bayılıyorum…” =)

Birkaç fotoğraf da ekliyorum. Bu adam neyden bahsetmiş demeyin sonra. 


Çukurören

Eğriova

Atlar filan.

Hüseyin.


2 yorum:

Adsız dedi ki...

Evett sayın Özcan Bey :))) Beklediğim yazıyı okuyabildim sonunda. Okurken, aslında bu metin güzel bir doğa gezisi programının alt metni olabilirmiş gibi geldi. Hakikaten gezinizi kameraya çekip, metin olarak da bu yazıyı kullansanız ne hoş olurdu. :) Bölümlere ayrılmış olması ve uzun olması:) ise hoşuma gitmedi değil hani:))) Birkaç anlatım bozukluğu ve noktalama yanlışı dışında anlatım yönünden bütünlük oluşturulan ve daha iyilerinin de yazılabileceğinin işaretlerini veren eğlenceli ve hoş bir yazı olmuş efendim,tebrikler... :) Bu arada şu ayı meselesi korkutucu ya gerçekten, hele o 10 dk bir asır gibi gelmiş ya size hakikaten ürkütücü :/
Not: Benim kim olduğumu biliyorsunuz zaten .... :)))

özcan dedi ki...

kim olduğunu anladım tabii ki =)
elimden geldiğince hata yapmadan yazmaya çalıştım ama yine de yapmışım demek ki =) nerelerde hatalarımın olduğunu söylersen benim için daha faydalı olur =)daha önce yaban domuzu da görmüştüm, tecrübe olarak bakıyorum olaya =)

Yorum Gönder

 
Okuduklarınız tamamen benim yazdıklarımdır.
Okuduklarınız tamamen size kalmıştır.
yine beklerim.