30.6.10

Her Haliyle Mühendis


Birinin bunu yazması lazımdı artık.

Önce kendi hikayemle başlayayım. Daha önceden de demiştim, çocukken bile mühendis olacağımı biliyordum aslında. Okula gitmezken çarpım tablosunu ezbere biliyor, ilkokul çağındayken yaz tatillerinde ödev olarak verilen kitapları okumak yerine eğlenceli matematik problemlerini barındıran kitapları çözüyor, resim yapmaktan nefret ediyor –tamam yeteneğim de hiç olmadı zaten-,  sayı avı bulmacasını kelime avına tercih ediyordum. Bu sayede liseye geldiğimde de MF grubunu seçerken hiç tereddüt yaşamadım. Zaten benim için bir geometri sorusunun çözüm yolunu bulmak, bir cümleyi öğelerine ayırmaktan hep daha kolaydı(ufak bir not: kompozisyon derslerinde kompozisyon yazıp tüm sınıfın önünde bunu okumak çok sık yaptığım bir şeydi ama. Yazmak aslında hep varolan bir sevdaydı bende.). ÖSS sınavı sonrası mühendis olmam da kaçınılmazdı doğal olarak. Mühendislik eğitimine maruz kalmak lisans aşamasında açıklanamaz bir duygu ve geri dönüşü pek mümkün olmayan bir kıça giren şemsiye açılmaz durumu. Daha birinci sınıftayken fizik, kimya başta olmak üzere bütün temel bilimler üzerinize kabus gibi çöküyor. Ardından ikinci şok, t cetveli denen zımbırtıyı öğrenmek için köşeli masaya muhtaç kalmanız ile oluyor. İşte bu aşamada siz de mühendis olarak tüm estetiklerinizden arındırılıp köşeli, çarpıldığında acıtan bir nesne halini alıyorsunuz. Bu yüzden olsa gerek mühendise çarpıldığında insanların canının çok yanması… Fi tarihinden kalan fortran öğrenildiğinde de eğitiminiz tamamlanmış oluyor. E haliyle bunların hepsi benim de başıma geldi. Farkındalık tek başına belki mutlu olmak için yeterli değil ama değişmek/gelişmek için vazgeçilmez bir unsurdur. Ben de bir final haftasında bu farkındalığa eriştim. Sayılar sayılar… Bunlardan daha fazlası olmalıydı hayatta. Kitaplara merak sardım. Etrafımda genellenmeyi hak eden bir sürü mühendis olduğunu gördüm. Değişmem gerektiğini o zaman fark ettim. Değiştim mi? Bilmiyorum, hiçbir zaman da bilmeyeceğim muhtemelen. Ama genellemeleri haksız çıkaracak mühendislerin varlığını fark etmek için bu farkındalık şartmış onu biliyorum. Mühendis olmaktan hiçbir zaman pişmanlık duymadım, duymayacağım da.

Sosyal bilimcilerin genellemeleri için de söyleyeceklerim var. Neymiş efenim mühendisler iletişim yoksunuymuş, duygularını ifade edemiyormuş, sosyal olmuyormuş, -en saçması da-kareli gömlek giyerlermiş! Dolabımda bir adet kareli gömlek varsa ben de ajdar’ım, anik’im. Hayır olsa bile bu nasıl bir genellemedir, neyi anlatır hiç anlamıyorum. Zaten ilk defa geçenlerde duydum böyle bir şeyi. Gelelim iletişim yoksunu olmamıza. İletişimi sadece sözlü ve yazılı olarak düşünmek gibi bir hata yapılıyor bu noktada hep. Halbuki iletişimin en büyük kısmı bakışlardır. Susmak da bir iletişimdir hatta. Hayır siz sussanız belki biz de iletişim kurarız arada ’:)’. Sosyal olmak konusunda kendimizi suçlamıyor değilim. Hayatta hep en meşgul olan biz mühendislermişiz gibi bir davranış biçimimiz var. Özellikle ilişkilerimizde, önceliklerimizi belirlemede ve bunlara gereken önemi ve zamanı vermekte hep eksik oluyoruz. Bazılarımız bunun farkında ve var gücüyle uğraşıyor. Ben de işte, “iki yol var demiştin, birinden gidiyorum…”. Ama sosyal olmak olarak nitelendirilen şeylerin bazen beni anti-sosyal olmaya ittiği de olmuyor değil. Genelleme yaparken, mühendisleri eleştirirken istisnaları tenzih etmeyi ve eleştirdiğiniz konuda iddialı olduğunuzdan emin olmayı unutmayın. Canımı acıtıyorsunuz sonra. Duygularımızı da yeterince ifade edemiyoruz kabul ama böyle genellemeler altında ve sürekli dışlanarak ortak bir duygu paydasında buluşmak da çok zor. Bazen imkansız hatta. Analitik zekayı, duygusal zekaya yansıtmak için unutmayın ki desteğe ihtiyaç var. Duygusal zeka insanın tek başına sahip olabileceği bir şey değildir, iki kişinin ortak bir ürünüdür. Yalnızlığa itilmiş birinden duygusal olarak mantıklı davranmasını ve davranışlarına özenmesini beklemek haksızlık olur.

Aklıma gelenler bunlar şimdilik. Yazımın sonunda istisna sosyal bilimcileri tenzih eder, ‘sevgi anlaşmaktır, mühendislerle de anlaşılabilinir’ deyip özlü bir sözle yazımı bitiriyorum; “ne aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz” –Claude Bernard.

Aslında ilk tekerlekli aracın görüldüğü yer olan mezopotamya’daki mühendislik tarihinden, eski mısır’daki piramitlerin eşsiz mühendisliğinden, Türkiye’deki ilk mühendislik okulu olan, şimdiki adı İtü, o zamanki adı ile mühendishane’den(1773) de bahsetmek isterdim ama bitti yazı. Çay da demlenmiştir, gelin iki laf edelim.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Okuduklarınız tamamen benim yazdıklarımdır.
Okuduklarınız tamamen size kalmıştır.
yine beklerim.